NAZIM
HIKMET RAN
1902'de Selanik'te dogdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye
Kruvazörü güverte subayi iken, saglik nedeniyle askerlikten çikarildi. Bolu'da
bir süre ögretmenlik yapti. Daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a, oradan da
Moskova'ya geçti. Kutv Üniversitesi'nde ekonomi politik ögrenimi gördü. 1924'te
yurda döndü. Aydinlik Gazetesi'nde yayinlanan yazi ve siirleri nedeniyle 15 yil
hapsi istenince Moskova'ya kaçti. 1928'de çikarilan Af Kanunu'ndan yararlanip
tekrar yurda döndü. Resimli Ay Dergisi'nde çalismaya basladi. 1932'de yeniden 4
yil hapse mahkum oldu. Bu kez, Cumhuriyet'in 10. Yili nedeniyle çikarilan aftan
yararlandi. Gazetecilik yapti, film stüdyolarinda çalisti. 1938'de Harp
Okulu'ndaki aramalarda ele geçen siir ve kitaplari nedeniyle "orduyu
kiskirtmakla" suçlandi ve 28 yil 4 aya hüküm giydi. Çankiri ve Bursa
cezaevlerinde yatti. 1950'de özgürlügüne kavustu. Ama sürekli izlenmekten
kurtulamadi. Askere alinmasi karari çikinca tekrar Moskova'ya kaçti. 25 Temmuz
1951'de Türkiye Cumhuriyeti vatandasligindan çikarildi. O da Polonya uyruguna geçti. 1963'te öldü.
Moskova'da topraga verildi. Orada yatiyor...
21-1-924
Lambayi yakma, birak,
sari bir insan basi
düsmesin pencereden kara.
Kar yagiyor
karanliklara.
Kar yagiyor
ve ben hatirliyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman isiklar..
Ve sehir
kör bir insan gibi kaldi
altinda yagan karin.
Lambayi yakma, birak!
Kalbe bir biçak gibi giren hatiralarin
dilsiz olduklarini anliyorum.
Kar yagiyor
ve ben hatirliyorum.
ASYA-AFRIKA YAZARLARINA
Kardeslerim
bakmayin sari saçli olduguma
ben Asyaliyim
bakmayin mavi gözlü olduguma
ben Afrikaliyim
agaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda
sizin ordakiler gibi tipki
benim orda arslanin agzindadir ekmek
ejderler yatar basinda çesmelerin
ve ölünür benim orda ellisine basilmadan
sizin ordaki gibi tipki
bakmayin sari saçli olduguma
ben Asyaliyim
bakmayin mavi gözlü olduguma
ben Afrikaliyim
okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin
siirler gezer agizdan agiza türküleserek
siirler bayraklasabilir benim orda
sizin ordaki gibi
kardeslerim
siska öküzün yanina kosulup siirlerimiz
topragi sürebilmeli
pirinç tarlalarinda batakliga girebilmeli
dizlerine kadar
bütün sorulari sorabilmeli
bütün isiklari derebilmeli
yol baslarinda durabilmeli
kilometre taslari gibi siirlerimiz
yaklasan düsmani herkesten önce görebilmeli
cengelde tamtamlara vurabilmeli
ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayincaya kadar
mali mülkü akli fikri cani neyi varsa verebilmeli
büyük hürriyete siirlerimiz
ZAFERE DAIR
Korkunç ellerinle bastirip yarani
dudaklarini kanatarak
dayanilmakta agriya.
Simdi çiplak ve merhametsiz
bir çiglik oldu ümid...
Ve zafer
artik hiçbir seyi
affetmeyecek kadar
tirnakla sökülüp koparilacaktir...
Günler agir.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düsman hasin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpisarak insanlarimiz
— halbuki nasil hakketmislerdi yasamayi —
ölüyor insanlarimiz
— ne kadar çok —
sanki sarkilar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayise çiktilar
öyle genç
ve fütursuz...
Günler agir.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyalari
yaktik ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik aglamayi :
bizi bir parça hazin ve dimdik birakip
gözyaslarimiz gittiler
ve bundan dolayi
biz unuttuk bagislamayi...
Varilacak yere
kan içinde varilacaktir.
Ve zafer
artik hiçbir seyi
affetmeyecek kadar
tirnakla sökülüp
koparilacaktir...
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasindan gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi, beni yaktirirsin,
odanda ocagin üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
seffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârligimi anliyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yaninda kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yasiyorum yaninda senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yasariz
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasiz bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karisacagiz
ki birbirimize,
atildigimiz çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düsecek.
Topraga beraber dalacagiz.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasindan nemlenip filizlenirse
sapinda muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düsünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doguracagim.
Hayat tasiyor içimden.
Kayniyor kanim.
Yasayacagim, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalniz pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze seklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çikmak ihtimalin var mi bu günlerde?
Içimden bir sey :
belki diyor.
YÜRÜMEK
Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda bos sokaklar gibi birakarak,
havalari boydan boya yarip ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanligin gözüne bakarak
yürümek!..
Yürümek;
dost omuzbaslarini
omuzlarinin yaninda duyup,
kelleni orta yere
yüregini yumruklarinin içine koyup
yürümek!..
Yürümek;
yolunda pusuya yattiklarini,
arkadan çelme attiklarini
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek...
YOLCULUK
Bir sair yolculuk ediyor
bir denizinde dünyamizin
bakarak bir yildiza.
Yolculuk ediyor sairin biri
yildizlardan birinde bir denizde
bakarak dünyamiza.
Yolculuk ediyor sairler
denizlerinde kâinatin
bakarak birbirine.
YIRMINCI ASRA DAIR
— Uyumak simdi,
uyanmak yüz yil sonra, sevgilim...
— Hayir,
kendi
asrim beni korkutmuyor
ben kaçak degilim.
Asrim sefil,
asrim yüz kizartici,
asrim cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmisim diye kahretmedim hiçbir
zaman.
Ben yirminci asirliyim
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asirda oldugum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüsmek yeni bir âlem için...
— Yüz yil sonra, sevgilim...
— Hayir, her seye ragmen daha evvel.
Ve ölen ve dogan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asir
(benim safak çigliklariyla sabaha eren müthis
gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
günesli olacaktir...
BENIM OGLAN FOTOGRAFLARDA BÜYÜYOR
Içimde acisi var yemisi koparilmis bir dalin,
gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
iki gözlü bir biçaktir yüregime saplanmis
evlât hasretiyle hasreti Istanbulun.
Ayrilik dayanilir gibi degil mi?
Bize pek mi müthis geliyor kendi kaderimiz?
Elâleme haset mi ediyoruz?
Elâlemin babasi Istanbulda hapiste,
elâlemin oglunu asmak istiyorlar
yol ortasinda
güpegündüz.
Bense burda rüzgâr gibi
bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasin yavrum,
ama asilamiyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oglu katil olmasin,
elâlemin babasi ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
orda onlar aldi göze ipi.
Insanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanin dört kösesinden
dur deyin,
cellât geçirmesin ipi.
BES SATIRLA
Annelerin ninnilerinden
spikerin okudugu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalani,
anlamak, sevgilim, o, bir müthis bahtiyarlik,
anlamak gideni ve gelmekte olani.
YINE ÖLÜME DAIR
Zevcem,
ruhu revanim
Hatice Pîrâyende,
ölümü düsünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
basliyor bende...
Bir gün
kar
yagarken,
yahut
bir gece,
yahut
bir ögle sicaginda,
hangimiz ilkönce,
nasil
ve nerde ölecegiz?
Nasil
ve ne olacak
ölenin son duydugu ses,
son gördügü
renk,
kalanin ilk hareketi
ilk
sözü
ilk
yedigi yemek?
Belki de birbirimizden uzakta ölecegiz.
Haber
çigliklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalani yalniz birakip
gidecekler...
Ve kalan
karisacak kalabaliga.
Yani efendim, hayat...
Ve bütün bu ihtimâlât
1900 kaç senesinin
kaçinci ayi
kaçinci günü
kaçinci saatinde?
Zevcem,
ruhu revanim
Hatice Pîrâyende,
ölümü düsünüyorum,
geçen ömrümüzü düsünüyorum.
Kederli
rahat
ve hodbinim.
Hangimiz ilkönce
nasil
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanlarin en büyük dâvasini sevebildik
— dövüstük onun ugruna —,
«yasadik»
diyebiliriz.
YINE MEMLEKETIM ÜSTÜNE SÖYLENMISTIR
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldi senin ora isi
ne yollarini tasimis ayakkabim,
son mintanin da sirtimda paralandi çoktan,
Sile bezindendi.
Sen simdi yalniz saçimin akinda,
enfarktinda yüregimin,
alnimin çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
BEYAZIT MEYDANI'NDAKI ÖLÜ
Bir ölü yatiyor
on dokuz yasinda bir delikanli
gündüzleri güneste
geceleri yildizlarin altinda
Istanbul'da, Beyazit Meydani'nda.
Bir ölü yatiyor
ders kitabi bir elinde
bir elinde baslamadan biten rüyasi
bin dokuz yüz altmis yili Nisaninda
Istanbul'da, Beyazit Meydani'nda.
Bir ölü yatiyor
vurdular
kursun yarasi
kizil karanfil gibi açmis alninda
Istanbul'da, Beyazit Meydani'nda.
Bir ölü yatacak
topraga sip sip damlayacak kani
silâhli milletimin hürriyet türküleriyle
gelip
zaptedene kadar
büyük meydani.
BIR AYRILIS HIKAYESI
Erkek kadina dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasil,
avuçlarimda camdan bir sey gibi kalbimi sikip
parmaklarimi kanatarak
kirasiya
çildirasiya...
Erkek kadina dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasil,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin bes yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadin erkege dedi ki:
-Baktim
dudagimla, yüregimle, kafamla;
severek, korkarak, egilerek,
dudagina, yüregine, kafana.
Simdi ne söylüyorsam
karanlikta bir fisilti gibi sen ögrettin bana..
Ve ben artik
biliyorum:
Topragin -
yüzü günesli bir ana gibi -
en son en güzel çocugunu emzirdigini..
Fakat neyleyim
saçlarim dolanmis
ölmekte olan parmaklarina
basimi kurtarmam kabil
degil!
Sen
yürümelisin,
yeni dogan çocugun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni birakarak...
Kadin sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düstü yere...
Kapandi bir pencere...
AYRILDILAR...
YASAMAYA DAIR
1
Yasamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yasayacaksin
bir sincap gibi mesela,
yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiçbir sey beklemeden,
yani bütün isin gücün yasamak olacak.
Yasamayi ciddiye alacaksin,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleginle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamisken,
hem de en güzel en gerçek seyin
yasamak oldugunu bildigin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi,
yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil,
ölmekten korktugun halde ölüme inanmadigin için,
yasamak yani agir bastigindan.
1947
2
Diyelim ki, agir ameliyatlik hastayiz,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün degilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de gülecegiz anlatilan Bektasi fikrasina,
hava yagmurlu mu, diye bakacagiz pencereden,
yahut da sabirsizlikla bekleyecegiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüsülmeye deser bir seyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanip ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hinçla bilecegiz bunu,
fakat yine de çildirasiya merak edecegiz
belki yillarca sürecek olan savasin sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yasimiz da elliye yakin,
daha da on sekiz sene olsun açilmasina demir kapinin.
Yine de disariyla birlikte yasayacagiz,
insanlari, hayvanlari, kavgasi ve rüzgariyla
yani, duvarin ardindaki disariyla.
Yani, nasil ve nerede olursak olalim
hiç ölünmeyecekmis gibi yasanacak...
1948
3
Bu dünya soguyacak,
yildizlarin arasinda bir yildiz,
hem de en ufaciklarindan,
mavi kadifede bir yaldiz zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamiz.
Bu dünya soguyacak günün birinde,
hatta bir buz yigini
yahut ölü bir bulut gibi de degil,
bos bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlikta uçsuz bucaksiz.
Simdiden çekilecek acisi bunun,
duyulacak mahzunlugu simdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yasadim" diyebilmen için...
TÜRKIYE ISÇI SINIFINA SELÂM
Türkiye isçi sinifina selâm!
Selâm yaratana!
Tohumlarin tohumuna, serpilip gelisene selâm!
Bütün yemisler dallarinizdadir.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
hakli günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatilmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Türkiye isçi sinifina selâm!
Meydanlarda hasretimizi haykiranlara,
topraga, kitaba, ise hasretimizi,
hasretimizi, ayyildizi esir bayragimiza.
Düsmani yenecek isçi sinifimiza selâm!
Paranin padisahligini,
karanligini yobazin
ve yabancinin roketini yenecek isçi sinifina selâm!
Türkiye isçi sinifina selâm!
Selâm yaratana!
SARKILARIMIZ
Sarkilarimiz
varoslarda sokaklara çikmalidir.
Sarkilarimiz
evlerimizin önünde durmali
camlara vurmali
kapilarin ellerini sikmalidir,
sikmalidir
acitana kadar,
kapilar
bagli kollarini açana kadar...
Biz anlamayiz
tek agzin türküsünü.
Her matem gecesi
her bayram günü,
sarkilarimiz
bir gaz sandigini yere yikarak
sandigin üstüne çikarak
kocaman elleriyle tempo tutmalidir.
Sarkilarimiz
çam ormanlarinda rüzgar gibi bize kendini
hep bir agizdan okutmalidir!!.
Sarkilarimiz
ön safta en önde saldirmalidir düsmana.
Bizden önce boyanmalidir
sarkilarimizin yüzü kana..
Sarkilarimiz
varoslarda sokaklara çikmalidir!
Sarkilarimiz
bir tek yüregin
perdeleri inik
kapisi kilitli evinde oturamaz!.
Sarkilarimiz
rüzgara çikmalidir...
SAIR
Sairim
simsek sekillerini siirlerimin
caddelerde islik çalarak
kazirim
duvarlara..
100 metreden
çiftlesen iki sinegi seçebilen iki
gözüm,
elbette gördü
iki ayaklilarin
ikiye ayrildigini..
Sen
benim
hangisinden oldugumu anlamak istiyorsan
cebime sok
kafani:
orda
aydinligi okuyan kara ekmek
sana dogruyu söyler..
Sairim
siirden anlarim,
en sevdigim gazel
Anti Düringidir Engelsin..
Sairim
bir yil yagan yagmur kadar siir yazdim..
Fakat asil
saheserime
baslamak için
Hafizi Kapital olmayi bekliyorum.
Futbolda eski kurdum.
Fenerbahçenin forvetleri
mahallede kaydirak oyniyan birer piç kurusuyken
ben
en agir hafbekleri yere vururdum.
Fulbolda eski kurdum.
Santirdan alinca pasi
çakarim
Hooooooooooooooooooooooooop!
5 numro top
açik agzindan girer golkipin karnina.
Bana mahsustur bu vurus
futbol potinlerim
kursunkalemimden ögrendi bu zanaati!
O kursunkalemim ki
9 deliginizden vücudunuza her tiktigi misra
iskembenizde tas.
Sairiz
be,
sairiz dedik ya be arkadas....
SILÂHSIZ INSANLAR
Bes kitanin içinden basladi sefer
Gidildi kuzeye dogru, gidildi,
Ormanlar, kayalar, göller, denizler
Sehrine varildi, sehir yesildi.
Bu gelenler silâhsiz adamlardi
Her birisi yüregini çikardi.
Her yürekte güzel bir seyler vardi,
Hayata sevdalar ilân edildi.
Geceler beyazdi, gündüzler serin,
Sözleri dövdüler dan dan da din din,
Örsünde sicacik yüreklerinin
Ölüm bu sözlerden güçlü degildi.
SES
Çeneni avuçlarinin içine alip,
duvara dalip
kalma!.
Çeneni
avuçlarinin içine alma!.
Kalk!
Pencereye gel!
Bak!
Disarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
çarpiyor pencerene dalgalari..
Gel!
Dinle havalari:
havalar seslerin yoludur,
havalar seslerle doludur:
topragin, suyun, yildizlarin
ve bizim seslerimizle...
Pencereye gel!
Havalari dinle bir:
Sesimiz yanindadir,
sesimiz seninledir...
SALKIMSÖGÜT
Akiyordu su
gösterip aynasinda sögüt agaçlarini.
Salkimsögütler yikiyordu suda saçlarini!
Yanan yalin kiliçlari çarparak sögütlere
kosuyordu kizil atlilar günesin battigi yere!
Birden
bire kus gibi
vurulmus gibi
kanadindan
yarali bir atli yuvarlandi atindan!
Bagirmadi,
gidenleri geri çagirmadi,
bakti yalniz dolu gözlerle
uzaklasan atlilarin parildayan nallarina!
Ah ne yazik!
Ne
yazik ki ona
dörtnal giden atlarin köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz ordularin ardinda kiliç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde
perde,
atlilar kayboluyor günesin battigi yerde!
Atlilar atlilar kizil atlilar,
atlari rüzgâr kanatlilar!
Atlari rüzgâr kanat...
Atlari rüzgâr...
Atlari...
At...
Rüzgâr kanatli atlilar
gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarkti salkimsögütler
sari saçlarinin
üzerine!
Aglama salkimsögüt,
aglama,
Kara suyun aynasinda el baglama!
el baglama!
aglama!
RADYOAKTIVITELI YAGMURLAR ÜSTÜNE
Kapayin pencereleri simsiki,
çocuklari sokaklara birakmayin,
yagmurlar ölüm tasiyor tohumlara,
pasli yagmurlar yagiyor.
Yagmurlari temizlemeli,
yine gümüs gibi parlatmali yagmurlari,
yagmurlar yine yalniz günesi tasisin tohumlara,
çocuklar yine kosabilsin yagmurlarin içinde,
pencereleri yagmurlara açabilelim yine.
POSTACI
Insanin, dünyanin, yurdun haberini,
agacin, kusun, kurdun haberini,
seher vakitlerinde
yahut
gecenin ortasinda
tasidim insanlara yüregimin çantasinda,
sairlik ettim
bir çesit postacilik yani.
Çocukken postaci olmak isterdim,
sairlik filân yoluyla degil ama
basbaya, sahici postaci.
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
hep ayni postacinin, Nâzimin resmi,
Jül Vernin romanlariyla cografya kitaplarina.
Iste, köpeklerin çektigi kizagi
sürüyorum buzun üzerinde,
Isildiyor kuzey safagi
konserve kutulariyla posta
paketlerinde.
Bering bogazini geçiyorum.
Yahut iste bozkirda gölgesinde agir bulutlarin
asker mektubu dagitip ayran içiyorum.
Yahut da büyük sehrin ugultulu asfaltindayim,
çantamda yazilari yalniz müjdelerin
yalniz umutlarin.
Yahut çölde, yildizlarin altindayim.
Bir küçük kiz atesler içinde hasta.
Kapi çaliniyor gece yarisi:
-posta!
Küçük kizin gözleri açildi mavi mavi.
Babasi yarin aksam dönüyor hapislikten.
O karda kiyamette bendim bulan o evi,
komsu kiza bendim telegrafi getiren.
Çocukken postaci olmak isterdim.
Oysaki, Türkiyemde postacilik zor sanattir.
Telegraflarda envai türlü aci
mektuplarda satir satir keder tasir
o güzelim memlekette postaci.
Çocukken postaci olmak isterdim.
Muradima, Macaristan'da erdim, ellisinde.
Çantamda bahar,
Çantamda Tuna'nin piriltisiyla
kus civiltisiyla,
taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
Moskova'ya Budapeste'den,
çocuklarin çocuklara mektuplari.
Çantamda cennet...
Bir zarfin üzeri:
"Memet,
Nâzim Hikmet'in oglu,
Türkiye"
diye yazili.
Moskova'da mektuplari birer birer
kendim dagitirim adreslerine.
Yalniz Memedin mektubunu götüremem yerine.
hattâ yolliyamam.
Nâzim'in oglu,
haramiler kesmis yolu,
mektubunu vermezler.
BIR CEZAEVINDE, TECRITTEKI ADAMIN
MEKTUPLARI
1
Senin adini
kol saatimin kayisina tirnagimla kazidim.
Malum ya, bulundugum yerde
ne sapi sedefli bir çaki var,
(bizlere âlâti-katia verilmez),
ne de
basi bulutlarda bir çinar.
Belki avluda bir agaç bulunur ama
gökyüzünü basimin üstünde görmek
bana yasak...
Burasi benden baska kaç insanin evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir basima onlardan uzagim,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden baskasiyla konusmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konusuyorum.
Fakat çok can sikici buldugumdan sohbetimi
sarki söylüyorum karicigim.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsiz sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüregim parçalaniyor.
Ve tipki o eski
acikli hikâyelerdeki
yalnayak, karli yollara düsmüs, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri islak
kirmizi, küçücük burnunu çekerek
senin bagrina sokulmak istiyor.
Yüzümü kizartmiyor benim
onun bu an
böyle zayif
böyle hodbin
böyle sadece insan
olusu.
Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahi vardir.
Belki de sebep buna
bana aylardir
kendi sesimden baska insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardir...
Saat bes, karicigim.
Disarda susuzlugu
acayip fisiltisi
toprak dami
ve sonsuzlugun ortasinda kimildanmadan duran
bir sakat ve siska atiyla,
yani, kederden çildirtmak için içerdeki adami
disarda bütün ustaligi, bütün takim taklavatiyla
agaçsiz bosluga kipkizil inmekte bir bozkir aksami.
Bugün de apansiz gece
olacaktir.
Bir isik dolasacak yaninda sakat, siska atin.
Ve simdi karsimda hasin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatin
agaçsiz bosluguna bir anda yildizlar dolacaktir.
Yine o malum sonuna erdik demektir isin,
yani bugün de mükellef bir daüssila için
yine her sey yerli yerinde iste, her sey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi gösterecegim
ve çocukluk günlerimin ince saziyla
suzinâk makamindan bir sarki agziyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâsâdimi
seni böyle uzak,
seni dumanli, egri bir aynadan seyreder gibi
kafamin içinde duymak...
2
Disarda bahar geldi karicigim,
bahar.
Disarda, bozkirin üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kus sesleri ve saire...
Disarda bahar geldi karicigim, bahar,
disarda bozkirin üstünde piriltilar...
Ve içerde artik böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahlari çimentonun üstünde günes...
Günes,
artik o her gün ögle vaktine kadar,
bana yakin, benden uzak,
sönerek, isildayarak
yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düser duvarlara,
baslar tutusmaya demirli pencerenin cami :
disarda aksam olur,
bulutsuz bir bahar aksami...
Iste içerde baharin en kötü saati budur asil.
Velhasil
o pul pul isiltili derisi, atesten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adami
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karicigim,
bittecrübe sabit...
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa günese çikardilar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar genis olduguna sasarak
kimildanmadan durdum.
Sonra saygiyla topraga oturdum,
dayadim sirtimi duvara.
Bu anda ne düsmek
dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karim.
Toprak, günes ve ben...
Bahtiyarim...
BIR GEMICI TÜRKÜSÜ
Rüzgâr,
yildizlar
ve su.
Bir Afrika rüyasinin uykusu
düsmüs dalgalara.
Isiltili, kara
bir yelken gibi ince
direginde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayisiz
bir uçsuz bucaksiz yildizlar âleminin.
Yildizlar
rüzgâr
ve su.
Basüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yildizlar gibi bir türkü söylüyor,
yildizlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
Inmedi bir gün bile gözlerimize
bir kis aksami gibi karanligi korkunun.»
Bu türkü
diyor ki,
«Bir gülüsün atesiyle yakmasini biliriz
ölümün önünde sigaramizi.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmisiz rotamizi
dostlarin alkislariyla degil
gicirtisiyla düsmanin
dislerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüsmek..»
Bu türkü diyor ki, «Isikli büyük
isikli genis ve sinirsiz bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yildizlar
rüzgâr
ve su...»
Basüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yildizlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..
BIR KIZ VARDI JAPONYADA
............
Bir kiz vardi Japonyada
ufacik, tefecik bir kiz,
Bir bulut vardi dünyada
isi: öldürmekti yalniz.
Bu bulut bu kizcagizin
öldürdü ninecigini,
külünü göge savurdu,
sonra, yine apansizin
gelip babasini vurdu,
sonra da kizin kendisini.
Ve doymadi ve doymadi
yeni kurbanlar ariyor.
Atom ölümüdür adi,
karanlikta bagiriyor.
Büyük bir birlik kuralim,
canavari susturalim.
Savas cengine gidelim,
canavari yok edelim.
BU VATANA
NASIL KIYDILAR
Insan olan vatanini satar mi?
Suyun içip ekmegini yediniz.
Dünyada vatandan aziz sey var mi?
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarindan tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?
Eli kolu zincirlere vurulmus,
vatan çirilçiplak yere serilmis.
Oturmus gögsüne Teksasli çavus.
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?
Günü gelir çarh düzüne
çevrilir,
günü gelir hesabiniz görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?
BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESIN
Analardir adam eden adami
aydinliklardir önümüzde gider.
Sizi de bir ana dogurmadi mi?
Analara kiymayin efendiler.
Bulutlar adam
öldürmesin.
Kosuyor alti yasinda bir oglan,
uçurtmasi geçiyor agaçlardan,
siz de böyle kosmustunuz bir zaman.
Çocuklara kiymayin efendiler.
Bulutlar adam
öldürmesin.
Gelinler aynada saçini tarar,
aynanin içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradilar.
Gelinlere kiymayin efendiler.
Bulutlar adam
öldürmesin.
Ihtiyarlikta aklina insanin,
tatli anilari gelmeli yalniz.
Yaziktir, ihtiyarlara kiymayin,
efendiler, siz de ihtiyarsiniz.
Bulutlar adam
öldürmesin.
BÜYÜK INSANLIK
Büyük insanlik gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
sosede yayan
büyük insanlik.
Büyük insanlik sekizinde ise gider
yirmisinde evlenir
kirkinda ölür
büyük insanlik.
Ekmek büyük insanliktan baska herkese yeter
pirinç de öyle
seker de öyle
kumas da öyle
kitap da öyle
büyük
insanliktan baska herkese yeter.
Büyük insanligin topraginda gölge yok
sokaginda fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanligin
umutsuz yasanmiyor.
CEVIZ AGACI
Basim köpük köpük bulut, içim disim deniz,
ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.
Ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda.
Yapraklarim suda balik gibi kivil kivil.
Yapraklarim ipek mendil gibi tiril tiril,
kopariver, gözlerinin, gülüm, yasini sil.
Yapraklarim ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarim gözlerimdir, sasarak bakarim.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarim.
Ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.
ÇANKIRI HAPISANESINDEN MEKTUPLAR
1
Saat dört,
yoksun.
Saat bes,
yok.
Alti, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kim
bilir...
Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardi.
Sicak bir duvar dibinde
on bes adim kadardi.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kirmizi ve kocaman
musamba torban
dizlerinde...
Kelleci Memed'i hatirliyor
musun?
Sübyan kogusundan.
Basi dört köse,
bacaklari kisa ve kalin
ve elleri ayaklarindan büyük.
Kovanindan bal çaldigi adamin
tasla ezmis kafasini.
«Hanim abla» derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardi,
tepemizde, yukarda,
günese yakin,
bir konserve kutusunun içinde...
Bir Cumartesi gününü,
hapisane çesmesiyle islanan
bir ikindi vaktini hatirliyor musun?
Bir türkü söylediydi kalayci Saban Usta,
aklinda mi :
«Beypazari meskenimiz, ilimiz,
kim bilir nerde kalir ölümüz...?»
O kadar resmini yaptim senin
bana birini birakmadin.
Bende yalniz bir fotografin var :
bir baska bahçede
çok rahat
çok bahtiyar
yem verip tavuklara
gülüyorsun.
Hapisane bahçesinde tavuklar
yoktu,
fakat pek âlâ gülebildik
ve bahtiyar olmadik degil.
Nasil haberler aldik
en
güzel hürriyete dair,
nasil dinledik ayak seslerini
yaklasan müjdelerin,
ne güzel seyler konustuk
hapisane bahçesinde...
2
Bir aksamüstü
oturup
hapisane kapisinda
rubailer okuduk Gazalî'den :
«Gece :
büyük lâciverdî bahçe.
Altin piriltilarla devrani rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>
Bir gün eger,
benden uzak,
karanlik bir yagmur gibi,
canini sikarsa yasamak
tekrar Gazalî'yi oku.
Ve Pîrâyende'm benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksin
ölümün karsisinda onun
ümitsiz yalnizligi
ve muhtesem korkusuna.
Bir akar su getirsin Gazalî'yi
sana :
«— Toprak bir kâsedir
çömlekçinin rafinda tâcidar,
ve zafer yazilari
yikilmis duvarlarinda Keyhüsrevin...»
Birikip siçramalar.
Soguk
sicak
serin.
Ve büyük lâciverdi bahçede
bassiz ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devrani rakkaselerin...
Bilmiyorum, neden
aklimda hep
ilkönce senden duydugum
Çankirili bir cümle var :
«Pamukladi miydi kavaklar
kiraz gelir ardindan.»
Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
fakat
görmüyor, üstat,
kirazin geldigini.
Ölüme ibadeti bundandir.
Seker Ali yukarda, kogusta
baglama çaliyor.
Aksam.
Disarda çocuklar bagrisiyorlar.
Çesmeden akiyor su.
Ve jandarma karakolunun isiginda
akasyalara bagli üç kurt yavrusu.
Açildi demirlerin disinda
büyük, lâciverdî bahçem.
A s l o l a n h a y a
t t i r ...
Beni unutma Hatçem...
3
Bugün çarsamba :
— biliyorsun —
Çankiri'nin pazari.
Demir kapimizdan geçip
kamis sepetimizde bize kadar gelecek
yumurtasi, bulguru,
yaldizli, mor patlicanlari...
Dün köylerden inenleri
seyrettim :
yorgundular,
kurnaz
ve
süpheli,
ve kaslarinin altinda keder.
Erkekler eseklerde,
kadinlar çiplak ayaklarinin üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardir.
Herhalde iki çarsambadir pazarda :
kirmizi basörtülü
«kibirsiz» Istanbulluyu aramislardir...
20.7.1940
4
Sicaklar bildigin gibi degil
ve ben ki yali usagiyim,
deniz ne kadar uzak...
Ikiyle bes arasi
cibinligin altina uzanarak
ter içinde
kimildanmadan
gözlerim açik
dinliyorum sineklerin ugultusunu.
Biliyorum :
simdi avluda
duvarlara çarpiyorlardir suyu,
kizgin, kirmizi taslar tütüyordur.
Ve disarda, otlari yanmis kalenin eteginde
bir kezzap aydinligi içindedir
simsiyah kiremitleriyle sehir...
Geceleri birdenbire rüzgâr çikiyor.
sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlikta canli bir mahluk gibi soluyup,
yumusak, tüylü ayaklariyla dolasarak
bizi bir seylerle tehdit ediyor sicak.
Ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
bir korku halinde tabiati...
Bir zelzele olabilir.
Zaten üç günlük yere geldi,
salladi çapanoglu Yozgad'i.
Ve yerlilerin kavlince :
alti tekmil tuz madeni oldugundan
yikilacak Çankiri sehri
kiyametten kirk gün önce.
Yatip bir gece
basin bir kalasla ezilmis,
çikmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
Ben yasamak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yasamak.
Bunu birçok sey için istiyorum,
birçok
çok mühim seyler.
12.8.1940
5
Saat beste aksam oluyor :
insanin üstüne dogru yürüyen bulutlarla.
Yagmur tasidiklari belli.
Birçogu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanin yüz mumlugu,
terzilerin gaz lambasi yandi.
Terziler ihlamur içiyorlar...
Kis geldi demektir...
Üsüyorum.
Fakat kederli degilim.
Yalniz bize mahsus bir imtiyazdir :
kis günleri hapisanede,
sade hapisanede degil,
bu kocaman
bu
isinasi
bu isinacak dünyada
üsüyüp
kederli olmamak...
26.10.1940
ÇINARI YIKMAK IÇIN BALTAYI KÖKÜNE VURURLAR
..........
Çinari yikmak için
baltayi köküne vururlar.
evi yikmak için
sokarlar kundagi temele.
Kartal uçmaz olur
kanadi kirilinca.
düsünebilir miyiz
basimiz vurulunca?
Onlar köküdür memleketin,
dallara yürüyen su
bu kökte saklidir.
Onlar umudun temeli,
onlar kanadi hürriyetin,
halkin aklidir.
Kaç kere kaç yerde baltalandi kök
yürümez oldu su
dallar kurudu.
Kirildi kanat
öldürdüler akli;
Ve sonra yolladilar insanlari salhaneye.
Çünkü böyledir
asrimizin gerçeklerinden biri.
ÇOCUKLAR ÖLEBILIR YARIN
............................
Çocuklar ölebilir yarin,
hem de ne sitmadan ne kuspalazindan
düserek te degil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarin,
çocuklar sakalli askerler gibi ölebilir yarin,
çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda,
ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda
arkalarinda bir avuç kül bile degil
arkalarinda gölgelerinden baska bir sey birakmadan.
.................................................
ÇOCUKLARIMIZA NASIHAT
Hakkindir yaramazlik.
Dik duvarlara tirman
yüksek agaçlara çik.
Usta bir kaplan
gibi kullansin elin
yerde yildirim gibi giden bisikletini..
Ve din dersleri hocasinin resmini yapan
kursunkaleminle yik
Mizrakli
Ilmihalin
yesil sarikli iskeletini..
Sen kendi cennetini
kara topragin üstünde kur.
Cografya kitabiyla sustur,
seni «Hilkati Âdem»le aldatani..
Sen sade topragi tani
topraga inan.
Ayirdetme öz anandan
toprak anani.
Topragi sev
anan kadar...
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kisrak basi gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, disler kenetli, ayaklar çiplak
ve ipek bir haliya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansin el kapilari, bir daha açilmasin,
yok edin insanin insana kullugunu,
bu dâvet bizim....
Yasamak bir agaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardesçesine,
bu hasret bizim...
DOGUM
Anasi bir oglancik dogurdu bana;
kassiz, sari bir oglan,
masmavi kundaginda yatan
bir nur topu, üç kilo agirliginda.
Benim oglan
dünyaya geldigi zaman,
çocuklar dogdu Korede,
sari ay çiçegine benziyorlardi.
Makartir kesti onlari,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oglan
dünyaya geldigi zaman,
çocuklar dogdu Yunan zindanlarinda,
babalari kursuna dizilmis.
Bu dünyada ilk görülecek sey diye
demir parmakligi gördüler.
Benim oglan
dünyaya geldigi zaman
çocuklar dogdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler dogar dogmaz
kim bilir kaçi sag kalir mucize kabilinden.
Benim oglan
benim yasima bastigi zaman,
ben bu dünyada olmiyacagim,
ama harikulâde bir besik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sari
bütün çocuklari
salliyan
mavi atlas dösekli bir besik.
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU
Akrep gibisin kardesim,
korkak bir karanlik içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardesim,
serçenin telasi içindesin.
Midye gibisin kardesim,
midye gibi kapali, rahat.
Ve sönmüs bir yanardag agzi gibi korkunçsun, kardesim.
Bir degil,
bes degil,
yüz milyonlarlasin maalesef.
Koyun gibisin kardesim,
gocuklu celep kaldirinca sopasini
sürüye katiliverirsin hemen
ve âdeta magrur, kosarsin salhaneye.
Dünyanin en tuhaf mahlukusun yani,
hani su derya içre olup
deryayi bilmiyen baliktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eger
ve hâlâ sarabimizi vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demege de dilim varmiyor ama —
kabahatin çogu senin, canim kardesim!
DÜNYAYI VERELIM ÇOCUKLARA
Dünyayi verelim çocuklara hiç degilse bir günlügüne
alli pullu bir balon gibi verelim oynasinlar
oynasinlar türküler söyliyerek yildizlarin arasinda
dünyayi çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sicacik bir ekmek somunu gibi
hiç degilse bir günlügüne doysunlar
bir günlük de olsa ögrensin dünya arkadasligi
çocuklar dünyayi alacak elimizden
ölümsüz agaçlar dikecekler
GECE GELEN TELGRAF
Gece gelen telgraf
dört heceden ibaretti:
"VEFAT ETTI."
Imza yok.
Bu dört hece bile çok.
Bakiyorum duvara:
duvarda bir yara-
duvarda bir resim-
vefat edenin,
elimle çizmisim.
Saat bir.
Saat üç.
Saat bes.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatagim bozulmamis.
Çekmecemde kaatlar:
bazilari
onun el yazilari.
Gece gelen telgraf
dört heceden ibaret...
Safak söküyor-
odam
geceden ibaret.
Avuçlarimda
ellerinin gölgesi dolasan adam
demir parmakliklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru
örterek paltosuyla upuzun yatanin yüzünü:
- Tamam!
dedi.
Bunu belki evvelki aksam
dedi.
Evvelki aksam
ben......
Saticilar geçiyor mahalleden.
Bakiyorum
gece gelen
telgrafa.
O mükemmel bir kafa
mükemmel bir yürek,
yumruklariyla erkek
gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allahsiz bir basti o.
Yoldasti o..
* * *
Düsmanlar kina yaksin
dostlar girsin saflara.
Sen gözyasi göstermeden agliyacaksin
gece gelen telgraflara...
GIDEN
Camlarin üstünde gece
ve kar.
Bembeyaz karanlikta parliyan raylar -
uzaklasilip kavusulmamayi hatirlatiyor.
Istasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah basörtülü,
çiplak ayakli bir çocuk yatiyor.
Ben dolasiyorum...
Gece ve kar - pencerelerde.
Bir sarki söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardesimin en sevdigi sarkiydi.
En sevdigi sarki...
En sevdigi...
En......
Kardesler, bakmayin gözlerime
aglamak geliyor içimden...
Bembeyaz karanlikta parliyan raylar -
uzaklasilip kavusulmamayi hatirlatiyor.
Istasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah basörtülü,
çiplak ayakli bir çocuk yatiyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir sarki söylüyorlar içerde!..
GIDERAYAK
Giderayak islerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylani kurtardim avcinin elinden
ama daha baygin yatar ayilamadi.
Kopardim portakali dalindan
ama kabugu soyulamadi.
Oldum yildizlarla hasir nesir
ama sayisi bir tamam sayilamadi.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadi.
Güller dizildi tepsiye
ama tastan fincan oyulamadi.
Sevdalara doyulamadi.
Giderayak islerim var bitirilecek,
giderayak.
GÜNESI IÇENLERIN TÜRKÜSÜ
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
günesi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kivraniyor;
kanli; kizil bir mes'ale gibi yaniyor
esmer alinlarinda
bakir ayaklari çiplak kahramanlarin!
Ben de gördüm o kahramanlari,
ben de sardim o örgüyü,
ben de onlarla
günese giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda günesi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüregimiz topraktan aldi hizini;
altin yeleli aslanlarin agzini
yirtarak
gerindik!
Siçradik;
simsekli
rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla
kopan kartallar
çirpiyor isikta yaldizlanan kanatlarini.
Alev bilekli süvariler kamçiliyor
saha kalkan atlarini!
Akin var
günese akin!
Günesi zaptedecegiz
günesin zapti yakin!
Düsmesin bizimle yola:
evinde aglayanlarin
göz yaslarini
boynunda agir bir
zincir
gibi tasiyanlar!
Biraksin pesimizi
kendi
yüreginin kabugunda yasayanlar!
Iste:
su günesten
düsen
ateste
milyonlarla kirmizi yürek yaniyor!
Sen de çikar
gögsünün kafesinden yüregini;
su günesten
düsen
atese firlat;
yüregini yüreklerimizin yanina at!
Akin var
günese akin!
Günesi zaaptedecegiz
günesin zapti yakin!
Biz topraktan, atesten, sudan, demirden dogduk!
Günesi emziriyor çocuklarimiza karimiz,
toprak kokuyor bakir sakallarimiz!
Nes'emiz sicak!
kan kadar sicak,
delikanlilarin rüyalarinda yanan
o «an»
kadar sicak!
Merdivenlerimizin çengelini yildizlara asarak,
ölülerimizin baslarina basarak
yükseliyoruz
günese dogru!
Ölenler
dögüserek öldüler;
günese gömüldüler.
Vaktimiz yok onlarin matemini tutmaya!
Akin var
günese akin!
Günesi zaaaptedecegiz
günesin zapti yakin!
Üzümleri kan damlali kirmizi baglar tütüyor!
Kalin tugla bacalar
kivranarak
ötüyor!
Haykirdi en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu
sesin kuvveti,
bu kuvvet
yarali aç kurtlarin gözlerine perde
vuran,
onlari olduklari yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Günesi içiyoruz sesinde!
Cosuyoruz,
cosuyor!..
Yanginli ufuklarin dumanli perdesinde
mizraklari gögü yirtan atlilar kosuyor!
Akin var
günese akin!
Günesi zaaaaptedecegiz
günesin zapti yakin!
Toprak
bakir
gök bakir.
Haykir günesi içenlerin türküsünü,
Hay-kir
Haykiralim!
GÜNESIN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ
Dalgalari karsilayan
gemiler gibi,
gövdemizle karanliklari yara yara
çiktik, rüzgarlari en serin
uçurumlari en derin
havalari en isikli sira daglara.
Arkamizda bir düsman gözü gibi karanligin yolu.
Önümüzde bakir taslar günes dolu.
Dostlarin arasindayiz!
Günesin sofrasindayiz!
Daglarda gölgeniz göklere vursun,
göz göze
yan yana
durun çocuklar.
Taslari birbirine vurun çocuklar.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun
doldur içelim.
Baslari
göklere
atalim
serden geçelim..
Heeey, nerden geçelim?
Yalnayak
kosarak
devlerin
geçtigi
yerden geçelim.
Heeey
hop
Heeey
hep
birden geçelim.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun,
doldur içelim.
Dostlarin arasindayiz!
Günesin sofrasindayiz!.
HASRET
Yüz yil oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayali,
gözünün içinde durmayali,
aklinin aydinligina sorular sormayali,
dokunmayali sicakligina karninin.
Yüz yildir bekliyor beni
bir sehirde bir kadin.
Ayni daldaydik, ayni daldaydik.
Ayni daldan düsüp ayrildik.
Aramizda yüz yillik zaman,
yol yüz yillik.
Yüz yildir alacakaranlikta
kosuyorum ardindan.
«BENCE SEN DE SIMDI HERKES GIBISIN»
Gözlerim gözünde aski seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence simdi herkes gibisin
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçiyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktim da iste iyice
Anladim ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karisti simdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de simdi herkes gibisin
HÜRRIYET KAVGASI
Yine kitaplari, türküleri, bayraklariyla
geldiler,
dalga dalga aydinlik oldular,
yürüdüler karanligin üstüne.
Meydanlari zaptettiler yine.
Beyazit'ta sehit düsen
silkinip
kalkti kabrinden,
ve elinde
bir günes gibi tasiyip yarasini
yikti
Sahmeran'in magarasini.
Daha gün o gün degil, derlenip dürülmesin
bayraklar.
Dinleyin, duydugunuz çakallarin ulumasidir.
Saflari siklastirin çocuklar,
bu kavga fasizme karsi, bu kavga hürriyet kavgasidir.
IYIMSER ADAM
Çocukken sineklerin kanadini koparmadi
teneke baglamadi kedilerin kuyruguna
kibrit kutularina hapsetmedi hamamböceklerini
karinca yuvalarini bozmadi
büyüdü
bütün bu isleri ona ettiler
ölürken basucundaydim
bir siir oku dedi
günes üstüne deniz üstüne
atom kazanlariyla yapma aylar üstüne
yüceligi üstüne insanligin
IYIMSERLIK
Siirler yazarim
basilmaz
basilacaklar ama
Bir mektup beklerim müjdeli
belki de öldügüm gün gelir
mutlaka gelir ama
Ne devlet ne para
insanin emrinde dünya
belki yüz yil sonra
olsun
mutlaka bu böyle olacak ama
JAPON BALIKÇISI
Denizde bir bulutun öldürdügü
Japon balikçisi genç bir adamdi.
Dostlarindan dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsari bir aksamdi.
Balik tuttuk yiyen ölür.
Elimize degen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarindan giren ölür.
Balik tuttuk yiyen ölür,
birden degil, agir agir,
etleri çürür, dagilir.
Balik tuttuk yiyen ölür.
Elimize degen ölür.
Tuzla, günesle yikanan
bu vefali, bu çaliskan
elimize degen ölür.
Birden degil, agir agir,
etleri çürür, dagilir.
Elimize degen ölür...
Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarindan giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarilma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacagin çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
Insanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?
KALBIM
Gögsümde 15 yara var!.
Saplandi gögsüme 15 kara sapli biçak!..
Kalbim yine çarpiyor,
kalbim yine çarpacak!!!
•
Gögsümde 15 yara var!
Sarildi 15 yarama
kara kaygan yilanlar gibi karanlik sular!
Karadeniz bogmak istiyor beni,
bogmak istiyor beni,
kanli karanlik sular!!!
Saplandi gögsüme 15 kara sapli
biçak.
Kalbim yine çarpiyor,
kalbim yine çarpacak!...
•
Gögsümde 15 yara var!.
Deldiler gögsümü 15 yerinden,
sandilar ki vurmaz artik kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpiyor,
kalbim yine çarpacak!!!
Yandi 15 yaramdam 15 alev,
kirildi gögsümde 15 kara sapli biçak..
Kalbim
kanli bir bayrak gibi çarpiyor,
ÇAR-PA-CAK!!
KARLI
KAYIN ORMANINDA
Karli kayin ormaninda
yürüyorum geceleyin.
Efkârliyim, efkârliyim,
elini ver, nerde elin?
Ayisigi renginde kar,
keçe çizmelerim agir.
Içimde çalinan islik
beni nereye çagirir?
Memleket mi, yildizlar mi,
gençligim mi daha uzak?
Kayinlarin arasinda
bir pencere, sari, sicak.
Ben ordan geçerken biri :
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.
Eski takvim hesabiyle
bu sabah basladi bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladigim oyuncaklar.
Kurulmamis zemberegi
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi legende
beyaz kotrasini Memet.
Kar tertemiz, kar kabarik,
yürüyorum yumusacik.
Dün gece on bir buçukta
ölmüs Berut, tanisirdik.
Bende boz bir halisi var
bir de kitabi, imzali.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yil yasar hali.
Yedi tepeli sehrimde
biraktim gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayip,
ne de düsünmek ölümü.
En acayip gücümüzdür,
kahramanliktir yasamak :
Ölecegimizi bilip
ölecegimizi mutlak.
Memleket mi, daha uzak,
gençligim mi, yildizlar mi?
Bayramoglu, Bayramoglu,
ölümden öte köy var mi?
Geceleyin, karli kayin
ormaninda yürüyorum.
Karanlikta etrafimi
gündüz gibi görüyorum.
Simdi surdan saptim miydi,
sose, tirenyolu, ova.
Yirmi bes kilometreden
piril pirildir Moskova...
KEMAL
TAHIR'E MEKTUP
«Malatya» diyorum,
senin çatik kaslarindan baska bir
sey gelmiyor aklima.
Bursa'da kaplicalar
Amasya'da elma
Diyarbakir'da karpuz ve akrep.
fakat senin oranin,
Malatya'nin
nesi meshurdur,
yemislerinden ve böceklerinden hangisi,
suyu mu, havasi mi?
Düsün ki hapisanesi hakkinda bile fikrim yok.
Yalniz :
bir oda,
bir tek penceresi var :
çok yüksek olan tavana yakin.
Sen ordasin
dar ve uzun bir kavanozda
küçük bir balik gibi...
Tesbihim hosuna gitmeyebilir.
Hele bu günlerde
kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.
Haklisin Kemal Tahir,
emin ol ben de öyle,
muhakkak ki arslaniz,
saka etmiyorum
hattâ daha dehsetli bir sey :
insaniz...
Hem de hangi tarihte, hangi siniftan,
malum...
Lâkin demir kafesle kavanoz bahsinde is degismiyor,
ikisi de bir,
hele bu günlerde...
— Bunu içerde rahat ve masun
yatan bilir — ...
Hele bu günlerde,
Sariyerli Emin Beyin fikralarina gülmek,
sevgili kitaplarin ve domatesin lezzeti,
tahtakurularina ragmen uyku
— günde üç tatli kasigi Adonille de olsa —
ve Tahir'in oglu Kemal
hattâ mektup gelmesi senden
ve hattâ ses duymak, dokunmak, görebilmek havanin isigini,
karima olan askimdan baska
nefsimin herhangi bir rahatligini
affedemiyorum...
Farti-hassasiyet?
Degil.
Dögüsememek,
bir mavzer kursunu kadar olsun
bilfiil
dogrudan dogruya...
Ancak kavgada vurulan aci duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
en mühimi hürriyetlerin.
Içerim yaniyor, Kemal,
disarim serin...
Anliyorsun ya,
zaten ettigim lâf
bizim lâflarimizin herhangi biri :
çok konusulmus,
ve konusulmakta olan...
Simdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,
dizlerinde âtil ve çaresiz yatan ellerine küfredip aciyarak
bu lâflari ediyor...
Anliyorsun ya,
zarar yok,
ben anlatacagim yine!...
Elden hiçbir sey gelmedigi zaman
konusup anlatmanin alçak tesellisi?
Belki evet,
belki hayir...
Hayir öyle degil.
Hangi teselli birak be dinini seversen birak...
Bu, düpedüz,
basin önde, oldugun yerde dolanarak
kükremek, bögürüp bagirmak, Kemal...
KEREM GIBI
Hava kursun gibi agir!!
Bagir
bagir
bagir
bagiriyorum.
Kosun
kursun
erit-
-mege
çagiriyorum...
O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana...
«Deeeert
çok,
hemdert
yok»
Yürek-
-lerin
kulak-
-lari
sagir...
Hava kursun gibi agir...
Ben diyorum ki ona:
— Kül olayim
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasil
çikar
karan-
-liklar
aydin-
-liga..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kursun gibi agir.
Bagir
bagir
bagir
bagiriyorum.
Kosun
kursun
erit-
-mege
çagiriyorum.....
KIRKINCI YILIMIZ
Hepimiz kirk yil önce dogduk,
kirk yil önce sabahleyin
kirk yil önce gün isirken Bedreddin'in Iznik Gölü'nde
çamli bellerinden birinde Köroglu'nun
ve Sibirya'dan, esirlikten dönen Bolsevik Osman
pusuya düsürürken Urfa yolunda seher vakti Firansizi.
Hepimiz kirk yasindayiz
yirmisine basanimiz da
altmisini geçenimiz de
atilip ölenimiz de Istanbul'da Müdüriyet penceresinden.
Bu kirkinci yilimizda
ne bir ormaniz
ne sose boyunda tek tük kavak agaci
bir tarlayiz tohumu saçilmis.
Hepimiz kirkina bastik bu sabah
hapiste yatanimiz,
isyerindekilerimiz, muhacirimiz.
Hepimiz kirkina bastik bu sabah.
Yoldaslar yeni yeni yillara!
PORTATIF KARYOLA
Bu onun karyolasi
portatif bir karyola.
O her sabah
buradan çikardi yola.
Ve her aksam
burda çözerdi islak ayakkaplarini.
Karyolanin basucunda kitaplar...
Açiyorum
birer birer
kitaplarini.
Satirlarin
üzerinde
ellerinin izi var.
Pencerenin içindeki
bu beyaz dis firçasi, bu bembeyaz sabun
onun...
Elsiz kollari gögsünde
yatiyor karyolanin üstünde
lacivert gemici fanilasi..
Bu onun karyolasi
portatif bir karyola.
Duvarda külrengi bayramlik kasketi.
Yerde bir üçüncü mevki
tren bileti.....
ÖLÜME DAIR
Buyrun, oturun dostlar,
hos gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç sisesini
ne kirmizi kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yildizlarin aydinligi
basucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hos gelip sefalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakiliyor?
Osman oglu Hâsim.
Ne tuhaf sey,
hani siz ölmüstünüz kardesim.
Istanbul limaninda
kömür yüklerken bir Ingiliz silebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarin dibine...
Silebin vinci çikartmisti nâsinizi
ve paydostan önce yikamisti kipkirmizi kaniniz
simsiyah basinizi.
Kim bilir nasil yanmistir caniniz...
Ayakta durmayin, oturun,
ben sizi ölmüs zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yildizlarin aydinligi
hos gelip sefalar getirdiniz...
Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sitmayi ve açligi birakip
çok sicak bir yaz günü
yapraksiz kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemissiniz?
Ya siz?
Muharrir
Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun
topraga indigini.
Hem galiba
tabut biraz kisaydi boyunuzdan.
Onu birakin Ahmet Cemil,
vazgeçmemissiniz eski huyunuzdan,
o ilâç sisesidir
raki sisesi degil.
Günde elli kurusu tutabilmek için,
yapyalniz
dünyayi unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi
ölmüs zannediyordum.
Basucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hos gelip sefalar getirdiniz...
Bir eski Acem
sairi :
«Ölüm âdildir» — diyor,—
«ayni hasmetle vurur sahi fakiri.»
Hâsim,
neden sasiyorsunuz?
Hiç duymadiniz miydi kardesim,
herhangi
bir sahin bir gemi ambarinda
bir kömür küfesiyle öldügünü?...
Bir eski Acem
sairi :
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yasarken bir kerre olsun böyle gülmemissinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdil...»
Siseyi birakin Ahmet Cemil.
Bosuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olmasi için
hayatin âdil olmasi lâzim, diyorsunuz...
Bir eski Acem sairi...
Dostlar beni birakip,
dostlar, böyle hisimla
nereye gidiyorsunuz?
OTOBIYOGRAFI
1902'de dogdum
dogdugum sehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yasimda Halep'te pasa torunlugu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite ögrenciligi
kirk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konuklugu
ve on dördümden beri sairlik ederim
kimi insan otlarin kimi insan baliklarin çesidini bilir
ben ayriliklarin
kimi insan ezbere sayar yildizlarin adini
ben hasretlerin
hapislerde de yattim büyük otellerde de
açlik çektim açlik girevi de içinde ve tatmadigim yemek yok gibidir
otuzumda asilmami istediler
kirk sekizimde Baris madalyasinin bana verilmesini
verdiler de
otuz altimda yarim yilda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pirag'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun basinda 924'de
961'de ziyaret ettigim anitkabri kitaplaridir
partimden koparmaga yeltendiler beni
sökmedi
yikilan putlarin altinda da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadasla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sirtüstü bekledim ölümü
sevdigim kadinlari deli gibi kiskandim
su kadarcik haset etmedim Sarlo'ya bile
aldattim kadinlarimi
konusmadim arkasindan dostlarimin
içtim ama aksamci olmadim
hep alnimin teriyle çikardim ekmek parami ne mutlu bana
baskasinin hesabina utandim yalan söyledim
yalan söyledim baskasini üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçaga otomobile
çogunluk binemiyor
operaya gittim
çogunluk
gidemiyor adini bile duymamis operanin
çogunlugun gittigi kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye
kiliseye tapinaga havraya büyücüye
ama kahve
falima baktirdigim oldu
yazilarim otuz kirk dilde basilir
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadim daha
yakalanmam da sart degil
basbakan filân olacagim yok
meraklisi da degilim bu isin
bir de harbe girmedim
siginaklara da inmedim gece yarilari
yollara da düsmedim pike yapan uçaklarin altinda
ama sevdalandim altmisima yakin
sözün kisasi yoldaslar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yasadim diyebilirim
ve daha ne kadar yasarim
basimdan neler geçer daha
kim bilir.
VASIYET
Yoldaslar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtulustan önce yani,
alip götürün
Anadolu'da bir köy mezarligina gömün beni.
Hasan beyin vurdurdugu
irgat
Osman yatsin bir yanimda
ve çavdarin dibinde topraga çocuklayip
kirki çikmadan ölen sehit Ayse öbür yanimda.
Traktörlerle türküler geçsin altbasindan mezarligin,
seher aydinliginda taze insan, yanik benzin kokusu,
tarlalar orta mali, kanallarda su,
ne kuraklik, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette isitecek degiliz,
topragin altinda yatar upuzun,
çürür
kara dallar gibi ölüler,
topragin altinda sagir, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemisim ben
daha onlar düzülmeden,
duymusum yanik benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komsulara gelince,
sehit Ayse'yle irgat Osman
çektiler büyük hasreti sagliklarinda
belki de farkinda bile olmadan.
Yoldaslar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarligina gömün beni
ve de uyarina gelirse,
tepemde bir de çinar olursa
tas mas da istemez hani...
VEDA
Hosça kalin
dostlarim benim
hosça kalin!
Sizi canimda
canimin içinde,
kavgami kafamda
götürüyorum.
Hosça kalin
dostlarim benim
hosça kalin...
Resimlerdeki kuslar gibi
dizilip
üstüne kumsalin,
mendil sallamayin bana.
Istemez...
Ben dostlarin gözünde kendimi
boylu boyumca görüyorum...
A dostlar
a kavga dostu
is kardesi
a yoldaslar a..!!.
Tek
hecesiz elveda..
Geceler
sürecek kapimin sürgüsünü,
pencerelerde yillar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga sarkisi gibi haykiracagim
mapusane türküsünü.
Yine
görüsürüz
dostlarim benim
yine görüsürüz...
Beraber günese güler,
beraber dövüsürüz...
A dostlar
a kavga dostu
is kardesi
a yoldaslar a..!!.
ELVEDA..!!.......