NAZIM HIKMET RAN




1902'de Selanik'te dogdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü güverte subayi iken, saglik nedeniyle askerlikten çikarildi. Bolu'da bir süre ögretmenlik yapti. Daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a, oradan da Moskova'ya geçti. Kutv Üniversitesi'nde ekonomi politik ögrenimi gördü. 1924'te yurda döndü. Aydinlik Gazetesi'nde yayinlanan yazi ve siirleri nedeniyle 15 yil hapsi istenince Moskova'ya kaçti. 1928'de çikarilan Af Kanunu'ndan yararlanip tekrar yurda döndü. Resimli Ay Dergisi'nde çalismaya basladi. 1932'de yeniden 4 yil hapse mahkum oldu. Bu kez, Cumhuriyet'in 10. Yili nedeniyle çikarilan aftan yararlandi. Gazetecilik yapti, film stüdyolarinda çalisti. 1938'de Harp Okulu'ndaki aramalarda ele geçen siir ve kitaplari nedeniyle "orduyu kiskirtmakla" suçlandi ve 28 yil 4 aya hüküm giydi. Çankiri ve Bursa cezaevlerinde yatti. 1950'de özgürlügüne kavustu. Ama sürekli izlenmekten kurtulamadi. Askere alinmasi karari çikinca tekrar Moskova'ya kaçti. 25 Temmuz 1951'de Türkiye Cumhuriyeti vatandasligindan çikarildi. O da Polonya uyruguna geçti. 1963'te öldü. Moskova'da topraga verildi. Orada yatiyor...


 

21-1-924
Lambayi yakma, birak,
sari bir insan basi
düsmesin pencereden kara.
Kar yagiyor
karanliklara.
Kar yagiyor
ve ben hatirliyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman isiklar..
Ve sehir
kör bir insan gibi kaldi
altinda yagan karin.
Lambayi yakma, birak!
Kalbe bir biçak gibi giren hatiralarin
dilsiz olduklarini anliyorum.
Kar yagiyor
ve ben hatirliyorum.

 

ASYA-AFRIKA YAZARLARINA 
Kardeslerim
bakmayin sari saçli olduguma
ben Asyaliyim
bakmayin mavi gözlü olduguma
ben Afrikaliyim
agaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda
                                        sizin ordakiler gibi tipki
benim orda arslanin agzindadir ekmek
                    ejderler yatar basinda çesmelerin
                    ve ölünür benim orda ellisine basilmadan
                                     sizin ordaki gibi tipki
bakmayin sari saçli olduguma
ben Asyaliyim
bakmayin mavi gözlü olduguma
ben Afrikaliyim
okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin
siirler gezer agizdan agiza türküleserek
siirler bayraklasabilir benim orda
                                sizin ordaki gibi
kardeslerim
siska öküzün yanina kosulup siirlerimiz
                                                topragi sürebilmeli
pirinç tarlalarinda batakliga girebilmeli
                                                dizlerine kadar
bütün sorulari sorabilmeli
bütün isiklari derebilmeli
yol baslarinda durabilmeli
                    kilometre taslari gibi siirlerimiz
yaklasan düsmani herkesten önce görebilmeli
cengelde tamtamlara vurabilmeli
ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayincaya kadar
mali mülkü akli fikri cani neyi varsa verebilmeli
                                         büyük hürriyete siirlerimiz


ZAFERE DAIR

Korkunç ellerinle bastirip yarani
                                        dudaklarini kanatarak
                                        dayanilmakta agriya.
Simdi çiplak ve merhametsiz
                                        bir çiglik oldu ümid...
Ve zafer
         artik hiçbir seyi affetmeyecek kadar
                                                    tirnakla sökülüp koparilacaktir...

Günler agir.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düsman hasin
                      zalim
                               ve kurnaz.
Ölüyor çarpisarak insanlarimiz
— halbuki nasil hakketmislerdi yasamayi —
ölüyor insanlarimiz
                     — ne kadar çok —
sanki sarkilar ve bayraklarla
                                   bir bayram günü nümayise çiktilar
                                                                     öyle genç
                                                                            ve fütursuz...

Günler agir.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyalari
                               yaktik ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik aglamayi :
bizi bir parça hazin ve dimdik birakip
                                        gözyaslarimiz gittiler
ve bundan dolayi
                       biz unuttuk bagislamayi...

Varilacak yere
                kan içinde varilacaktir.
Ve zafer
          artik hiçbir seyi affetmeyecek kadar
                                                   tirnakla sökülüp
                                                                   koparilacaktir...



Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasindan gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi, beni yaktirirsin,
odanda ocagin üstüne korsun
                    içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
seffaf, beyaz camdan olsun
                    ki içinde beni görebilesin...
Fedakârligimi anliyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
                        senin yaninda kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yasiyorum yaninda senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yasariz
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasiz bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karisacagiz
ki birbirimize,
atildigimiz çöplükte bile zerrelerimiz
                                     yan yana düsecek.
Topraga beraber dalacagiz.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasindan nemlenip filizlenirse
sapinda muhakkak
iki çiçek açacak :
                    biri sen
                    biri de ben.
Ben
daha ölümü düsünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doguracagim.
Hayat tasiyor içimden.
Kayniyor kanim.
Yasayacagim, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalniz pek sevimsiz buluyorum
                                bizim cenaze seklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çikmak ihtimalin var mi bu günlerde?
Içimden bir sey :
                  belki diyor.



YÜRÜMEK

Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda bos sokaklar gibi birakarak,
havalari boydan boya yarip ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanligin gözüne bakarak
                              yürümek!..

Yürümek;
dost omuzbaslarini
omuzlarinin yaninda duyup,
kelleni orta yere
yüregini yumruklarinin içine koyup
                               yürümek!..

Yürümek;
yolunda pusuya yattiklarini,
arkadan çelme attiklarini
                            bilerek
                            yürümek...

Yürümek;
yürekten
gülerekten
          yürümek...


 

YOLCULUK

Bir sair yolculuk ediyor
                      bir denizinde dünyamizin
                                  bakarak bir yildiza.

Yolculuk ediyor sairin biri
                                yildizlardan birinde bir denizde
                                                      bakarak dünyamiza.

Yolculuk ediyor sairler
                               denizlerinde kâinatin
                                                            bakarak birbirine.



YIRMINCI ASRA DAIR

— Uyumak simdi,
                 uyanmak yüz yil sonra, sevgilim...

— Hayir,
            kendi asrim beni korkutmuyor
                                              ben kaçak degilim.
     Asrim sefil,
                 asrim yüz kizartici,
     asrim cesur,
                         büyük
                                   ve kahraman.
     Dünyaya erken gelmisim diye kahretmedim hiçbir zaman.
     Ben yirminci asirliyim
     ve bununla övünüyorum.
     Bana yeter
     yirminci asirda oldugum safta olmak
                                                      bizim tarafta olmak
     ve dövüsmek yeni bir âlem için...

— Yüz yil sonra, sevgilim...

— Hayir, her seye ragmen daha evvel.
     Ve ölen ve dogan
     ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asir
     (benim safak çigliklariyla sabaha eren müthis gecem),
     senin gözlerin gibi, Hatçem,
                                     günesli olacaktir...


 

BENIM OGLAN FOTOGRAFLARDA BÜYÜYOR
 
Içimde acisi var yemisi koparilmis bir dalin,
gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
iki gözlü bir biçaktir yüregime saplanmis
        evlât hasretiyle hasreti Istanbulun.
 
Ayrilik dayanilir gibi degil mi?
Bize pek mi müthis geliyor kendi kaderimiz?
Elâleme haset mi ediyoruz?
Elâlemin babasi Istanbulda hapiste,
elâlemin oglunu asmak istiyorlar
                yol ortasinda
                güpegündüz.
Bense burda rüzgâr gibi
        bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasin yavrum,
ama asilamiyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oglu katil olmasin,
elâlemin babasi ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
        orda onlar aldi göze ipi.
 
Insanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanin dört kösesinden
dur deyin,
            cellât geçirmesin ipi.


BES SATIRLA

Annelerin ninnilerinden
                              spikerin okudugu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalani,
anlamak, sevgilim, o, bir müthis bahtiyarlik,
anlamak gideni ve gelmekte olani.



YINE ÖLÜME DAIR

Zevcem,
        ruhu revanim
                        Hatice Pîrâyende,
ölümü düsünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
                                          basliyor bende...
Bir gün
            kar yagarken,
yahut
         bir gece,
yahut
         bir ögle sicaginda,
hangimiz ilkönce,
nasil
        ve nerde ölecegiz?
Nasil
        ve ne olacak
ölenin son duydugu ses,
           son gördügü renk,
kalanin ilk hareketi
             ilk sözü
             ilk yedigi yemek?
Belki de birbirimizden uzakta ölecegiz.
Haber
          çigliklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalani yalniz birakip
                                gidecekler...
Ve kalan
                karisacak kalabaliga.

Yani efendim, hayat...
Ve bütün bu ihtimâlât
                   1900 kaç senesinin
                                    kaçinci ayi
                                    kaçinci günü
                                    kaçinci saatinde?

Zevcem,
              ruhu revanim
                            Hatice Pîrâyende,
ölümü düsünüyorum,
geçen ömrümüzü düsünüyorum.
Kederli
            rahat
                     ve hodbinim.
Hangimiz ilkönce
nasil
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
           birbirimizi
ve insanlarin en büyük dâvasini sevebildik
                                                — dövüstük onun ugruna —,
«yasadik»
                 diyebiliriz.



YINE MEMLEKETIM ÜSTÜNE SÖYLENMISTIR
 
 

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldi senin ora isi
ne yollarini tasimis ayakkabim,
son mintanin da sirtimda paralandi çoktan,
                         Sile bezindendi.
Sen simdi yalniz saçimin akinda,
                        enfarktinda yüregimin,
                 alnimin çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...



BEYAZIT MEYDANI'NDAKI ÖLÜ
 

Bir ölü yatiyor
      on dokuz yasinda bir delikanli
      gündüzleri güneste
      geceleri yildizlarin altinda
      Istanbul'da, Beyazit Meydani'nda.

Bir ölü yatiyor
      ders kitabi bir elinde
      bir elinde baslamadan biten rüyasi
      bin dokuz yüz altmis yili Nisaninda
      Istanbul'da, Beyazit Meydani'nda.

Bir ölü yatiyor
      vurdular
      kursun yarasi
      kizil karanfil gibi açmis alninda
      Istanbul'da, Beyazit Meydani'nda.

Bir ölü yatacak
      topraga sip sip damlayacak kani
      silâhli milletimin hürriyet türküleriyle gelip
                                            zaptedene kadar
                                                      büyük meydani.



BIR AYRILIS HIKAYESI
Erkek kadina dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasil,
avuçlarimda camdan bir sey gibi kalbimi sikip
parmaklarimi kanatarak
kirasiya
çildirasiya...
Erkek kadina dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasil,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin bes yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadin erkege dedi ki:
-Baktim
dudagimla, yüregimle, kafamla;
severek, korkarak, egilerek,
dudagina, yüregine, kafana.
Simdi ne söylüyorsam
karanlikta bir fisilti gibi sen ögrettin bana..
Ve ben artik
biliyorum:
Topragin -
yüzü günesli bir ana gibi -
en son en güzel çocugunu emzirdigini..
Fakat neyleyim
saçlarim dolanmis
ölmekte olan parmaklarina
basimi kurtarmam kabil
degil!
Sen
yürümelisin,
yeni dogan çocugun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni birakarak...
Kadin sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düstü yere...
Kapandi bir pencere...
AYRILDILAR...


 

YASAMAYA DAIR 
  
1 
Yasamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yasayacaksin
                       bir sincap gibi mesela,
yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiçbir sey beklemeden,
                       yani bütün isin gücün yasamak olacak. 
Yasamayi ciddiye alacaksin,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
                        beyaz gömleginle bir laboratuvarda
                                    insanlar için ölebileceksin,
                        hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamisken,
                        hem de en güzel en gerçek seyin
                                      yasamak oldugunu bildigin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi,
yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil,
           ölmekten korktugun halde ölüme inanmadigin için,
                                      yasamak yani agir bastigindan. 
                                                                                     1947 
2 
Diyelim ki, agir ameliyatlik hastayiz,
yani, beyaz masadan,
              bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün degilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de gülecegiz anlatilan Bektasi fikrasina,
hava yagmurlu mu, diye bakacagiz pencereden,
yahut da sabirsizlikla bekleyecegiz
                                en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüsülmeye deser bir seyler için,
                               diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
                           yüzükoyun kapaklanip ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hinçla bilecegiz bunu,
                        fakat yine de çildirasiya merak edecegiz
                        belki yillarca sürecek olan savasin sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz,
yasimiz da elliye yakin,
daha da on sekiz sene olsun açilmasina demir kapinin.
Yine de disariyla birlikte yasayacagiz,
insanlari, hayvanlari, kavgasi ve rüzgariyla
                                    yani, duvarin ardindaki disariyla. 
Yani, nasil ve nerede olursak olalim
          hiç ölünmeyecekmis gibi yasanacak... 
                                                                      1948 
3 
Bu dünya soguyacak,
yildizlarin arasinda bir yildiz,
                       hem de en ufaciklarindan,
mavi kadifede bir yaldiz zerresi yani,
                       yani bu koskocaman dünyamiz. 
Bu dünya soguyacak günün birinde,
hatta bir buz yigini
yahut ölü bir bulut gibi de degil,
bos bir ceviz gibi yuvarlanacak
                       zifiri karanlikta uçsuz bucaksiz. 
Simdiden çekilecek acisi bunun,
duyulacak mahzunlugu simdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yasadim" diyebilmen için... 

 

TÜRKIYE ISÇI SINIFINA SELÂM

Türkiye isçi sinifina selâm!
Selâm yaratana!
Tohumlarin tohumuna, serpilip gelisene selâm!
Bütün yemisler dallarinizdadir.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
hakli günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatilmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.

Türkiye isçi sinifina selâm!
Meydanlarda hasretimizi haykiranlara,
topraga, kitaba, ise hasretimizi,
hasretimizi, ayyildizi esir bayragimiza.

Düsmani yenecek isçi sinifimiza selâm!
Paranin padisahligini,
karanligini yobazin
ve yabancinin roketini yenecek isçi sinifina selâm!

Türkiye isçi sinifina selâm!
Selâm yaratana!


 

SARKILARIMIZ
 
Sarkilarimiz
varoslarda sokaklara çikmalidir.
Sarkilarimiz
evlerimizin önünde durmali
camlara vurmali
kapilarin ellerini sikmalidir,
sikmalidir
        acitana kadar,
kapilar
        bagli kollarini açana kadar...
 
Biz anlamayiz
        tek agzin türküsünü.
Her matem gecesi
        her bayram günü,
sarkilarimiz
        bir gaz sandigini yere yikarak
        sandigin üstüne çikarak
                kocaman elleriyle tempo tutmalidir.
Sarkilarimiz
        çam ormanlarinda rüzgar gibi bize kendini
                hep bir agizdan okutmalidir!!.
 
Sarkilarimiz
ön safta en önde saldirmalidir düsmana.
Bizden önce boyanmalidir
        sarkilarimizin yüzü kana..
 
Sarkilarimiz
varoslarda sokaklara çikmalidir!
Sarkilarimiz
bir tek yüregin
        perdeleri inik
        kapisi kilitli evinde oturamaz!.
Sarkilarimiz
rüzgara çikmalidir...


SAIR
 

Sairim
simsek sekillerini siirlerimin
             caddelerde islik çalarak
                                               kazirim
                                                       duvarlara..
100 metreden
       çiftlesen iki sinegi seçebilen iki gözüm,
                                            elbette gördü
                                            iki ayaklilarin
                                                  ikiye ayrildigini..
Sen
benim
     hangisinden oldugumu anlamak istiyorsan
                                                    cebime sok
                                                            kafani:
orda
      aydinligi okuyan kara ekmek
                                    sana dogruyu söyler..
Sairim
siirden anlarim,
en sevdigim gazel
                 Anti Düringidir Engelsin..

Sairim
bir yil yagan yagmur kadar siir yazdim..
Fakat asil
              saheserime
                            baslamak için
Hafizi Kapital olmayi bekliyorum.

Futbolda eski kurdum.
Fenerbahçenin forvetleri
mahallede kaydirak oyniyan birer piç kurusuyken
                                     ben
                en agir hafbekleri yere vururdum.
Fulbolda eski kurdum.
Santirdan alinca pasi
                         çakarim
Hooooooooooooooooooooooooop!
5 numro top
     açik agzindan girer golkipin karnina.
Bana mahsustur bu vurus
futbol potinlerim
    kursunkalemimden ögrendi bu zanaati!
O kursunkalemim ki
9 deliginizden vücudunuza her tiktigi misra
                                           iskembenizde tas.
Sairiz be,
sairiz dedik ya be arkadas....



SILÂHSIZ INSANLAR

Bes kitanin içinden basladi sefer
Gidildi kuzeye dogru, gidildi,
Ormanlar, kayalar, göller, denizler
Sehrine varildi, sehir yesildi.

Bu gelenler silâhsiz adamlardi
Her birisi yüregini çikardi.
Her yürekte güzel bir seyler vardi,
Hayata sevdalar ilân edildi.

Geceler beyazdi, gündüzler serin,
Sözleri dövdüler dan dan da din din,
Örsünde sicacik yüreklerinin
Ölüm bu sözlerden güçlü degildi.


 

SES

Çeneni avuçlarinin içine alip,
duvara dalip
kalma!.
Çeneni avuçlarinin içine alma!.
Kalk!
Pencereye gel!
Bak!
Disarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
çarpiyor pencerene dalgalari..
Gel!
Dinle havalari:
havalar seslerin yoludur,
havalar seslerle doludur:
topragin, suyun, yildizlarin
ve bizim seslerimizle...
Pencereye gel!
Havalari dinle bir:
Sesimiz yanindadir,
sesimiz seninledir...



SALKIMSÖGÜT
 

Akiyordu su
gösterip aynasinda sögüt agaçlarini.
Salkimsögütler yikiyordu suda saçlarini!
Yanan yalin kiliçlari çarparak sögütlere
kosuyordu kizil atlilar günesin battigi yere!
Birden
bire kus gibi
                 vurulmus gibi
                                kanadindan
yarali bir atli yuvarlandi atindan!
Bagirmadi,
gidenleri geri çagirmadi,
bakti yalniz dolu gözlerle
                  uzaklasan atlilarin parildayan nallarina!

Ah ne yazik!
             Ne yazik ki ona
dörtnal giden atlarin köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz ordularin ardinda kiliç oynatmayacak!
 

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlilar kayboluyor günesin battigi yerde!
 

Atlilar atlilar kizil atlilar,
atlari rüzgâr kanatlilar!
Atlari rüzgâr kanat...
Atlari rüzgâr...
Atlari...
At...

Rüzgâr kanatli atlilar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
                     renkler silindi.
Siyah örtüler indi
                    mavi gözlerine,
sarkti salkimsögütler
                        sari saçlarinin
                                          üzerine!

Aglama salkimsögüt,
                            aglama,
Kara suyun aynasinda el baglama!
                                                 el baglama!
                                                            aglama!


 

RADYOAKTIVITELI YAGMURLAR ÜSTÜNE
 
Kapayin pencereleri simsiki,
çocuklari sokaklara birakmayin,
yagmurlar ölüm tasiyor tohumlara,
pasli yagmurlar yagiyor.
 
Yagmurlari temizlemeli,
yine gümüs gibi parlatmali yagmurlari,
yagmurlar yine yalniz günesi tasisin tohumlara,
çocuklar yine kosabilsin yagmurlarin içinde,
pencereleri yagmurlara açabilelim yine.

 

POSTACI
Insanin, dünyanin, yurdun haberini,
agacin, kusun, kurdun haberini,
seher vakitlerinde
                yahut
                gecenin ortasinda
tasidim insanlara yüregimin çantasinda,
sairlik ettim
        bir çesit postacilik yani.
Çocukken postaci olmak isterdim,
sairlik filân yoluyla degil ama
basbaya, sahici postaci.
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
        hep ayni postacinin, Nâzimin resmi,
Jül Vernin romanlariyla cografya kitaplarina.
Iste, köpeklerin çektigi kizagi
                sürüyorum buzun üzerinde,
Isildiyor kuzey safagi
                konserve kutulariyla posta
                                paketlerinde.
 
Bering bogazini geçiyorum.
Yahut iste bozkirda gölgesinde agir bulutlarin
asker mektubu dagitip ayran içiyorum.
Yahut da büyük sehrin ugultulu asfaltindayim,
çantamda yazilari yalniz müjdelerin
                yalniz umutlarin.
Yahut çölde, yildizlarin altindayim.
Bir küçük kiz atesler içinde hasta.
Kapi çaliniyor gece yarisi:
 
-posta!
Küçük kizin gözleri açildi mavi mavi.
Babasi yarin aksam dönüyor hapislikten.
O karda kiyamette bendim bulan o evi,
komsu kiza bendim telegrafi getiren.
 
Çocukken postaci olmak isterdim.
Oysaki, Türkiyemde postacilik zor sanattir.
Telegraflarda envai türlü aci
        mektuplarda satir satir keder tasir
        o güzelim memlekette postaci.
 
Çocukken postaci olmak isterdim.
Muradima, Macaristan'da erdim, ellisinde.
Çantamda bahar,
Çantamda Tuna'nin piriltisiyla
                kus civiltisiyla,
taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
Moskova'ya Budapeste'den,
        çocuklarin çocuklara mektuplari.
 
Çantamda cennet...
Bir zarfin üzeri:
"Memet,
Nâzim Hikmet'in oglu,
                Türkiye"
                       diye yazili.
Moskova'da mektuplari birer birer
kendim dagitirim adreslerine.
Yalniz Memedin mektubunu götüremem yerine.
hattâ yolliyamam.
 
Nâzim'in oglu,
haramiler kesmis yolu,
        mektubunu vermezler.


BIR CEZAEVINDE, TECRITTEKI ADAMIN
MEKTUPLARI

1

Senin adini
kol saatimin kayisina tirnagimla kazidim.
Malum ya, bulundugum yerde
ne sapi sedefli bir çaki var,
(bizlere âlâti-katia verilmez),
            ne de basi bulutlarda bir çinar.
Belki avluda bir agaç bulunur ama
gökyüzünü basimin üstünde görmek
                                                   bana yasak...
Burasi benden baska kaç insanin evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir basima onlardan uzagim,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden baskasiyla konusmak
                                                                yasak.
Ben de kendi kendimle konusuyorum.
Fakat çok can sikici buldugumdan sohbetimi
                                            sarki söylüyorum karicigim.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsiz sesim
                      öyle bir dokunuyor ki içime
                                                      yüregim parçalaniyor.
Ve tipki o eski
        acikli hikâyelerdeki
yalnayak, karli yollara düsmüs, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri islak
kirmizi, küçücük burnunu çekerek
                senin bagrina sokulmak istiyor.
Yüzümü kizartmiyor benim
              onun bu an
                              böyle zayif
                                       böyle hodbin
                                                 böyle sadece insan
                                                                                olusu.

Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahi vardir.
Belki de sebep buna
                     bana aylardir
                     kendi sesimden baska insan sesi duyurmayan
                                                                bu demirli pencere
                                                                     bu toprak testi
                                                                          bu dört duvardir...

Saat bes, karicigim.
Disarda susuzlugu
                               acayip fisiltisi
                                            toprak dami
ve sonsuzlugun ortasinda kimildanmadan duran
                                                         bir sakat ve siska atiyla,
yani, kederden çildirtmak için içerdeki adami
disarda bütün ustaligi, bütün takim taklavatiyla
agaçsiz bosluga kipkizil inmekte bir bozkir aksami.

Bugün de apansiz gece olacaktir.
Bir isik dolasacak yaninda sakat, siska atin.
Ve simdi karsimda hasin bir erkek ölüsü gibi yatan
                                                                 bu ümitsiz tabiatin
agaçsiz bosluguna bir anda yildizlar dolacaktir.
Yine o malum sonuna erdik demektir isin,
yani bugün de mükellef bir daüssila için
yine her sey yerli yerinde iste, her sey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi gösterecegim
ve çocukluk günlerimin ince saziyla
suzinâk makamindan bir sarki agziyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâsâdimi
seni böyle uzak,
seni dumanli, egri bir aynadan seyreder gibi
                                                                kafamin içinde duymak...
 

2

Disarda bahar geldi karicigim, bahar.
Disarda, bozkirin üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kus sesleri ve saire...
Disarda bahar geldi karicigim, bahar,
disarda bozkirin üstünde piriltilar...
Ve içerde artik böcekleriyle canlanan kerevet,
                                              suyu donmayan testi
ve sabahlari çimentonun üstünde günes...
Günes,
artik o her gün ögle vaktine kadar,
bana yakin, benden uzak,
sönerek, isildayarak
                               yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düser duvarlara,
baslar tutusmaya demirli pencerenin cami :
                                                     disarda aksam olur,
                                                     bulutsuz bir bahar aksami...
Iste içerde baharin en kötü saati budur asil.
Velhasil
o pul pul isiltili derisi, atesten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adami
                                                              hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karicigim,
                                         bittecrübe sabit...

3

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa günese çikardilar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
                                                  bu kadar mavi
                                                  bu kadar genis olduguna sasarak
                                                  kimildanmadan durdum.
Sonra saygiyla topraga oturdum,
dayadim sirtimi duvara.
Bu anda ne düsmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karim.
Toprak, günes ve ben...
Bahtiyarim...


 

BIR GEMICI TÜRKÜSÜ
 

Rüzgâr,
yildizlar
ve su.
Bir Afrika rüyasinin uykusu
                           düsmüs dalgalara.
Isiltili, kara
bir yelken gibi ince
direginde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayisiz
bir uçsuz bucaksiz yildizlar âleminin.

Yildizlar
rüzgâr
ve su.
Basüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yildizlar gibi bir türkü söylüyor,
yildizlar gibi
          rüzgâr gibi
                      su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
Inmedi bir gün bile gözlerimize
bir kis aksami gibi karanligi korkunun.»
Bu türkü
    diyor ki,
«Bir gülüsün atesiyle yakmasini biliriz
ölümün önünde sigaramizi.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmisiz rotamizi
dostlarin alkislariyla degil
                      gicirtisiyla düsmanin
                                          dislerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüsmek..»
Bu türkü diyor ki, «Isikli büyük
                    isikli genis ve sinirsiz bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yildizlar
                                       rüzgâr
                                              ve su...»

Basüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yildizlar gibi
          rüzgâr gibi,
                      su gibi bir türkü..


 

BIR KIZ VARDI JAPONYADA
 
............
 
Bir kiz vardi Japonyada
ufacik, tefecik bir kiz,
Bir bulut vardi dünyada
isi: öldürmekti yalniz.
 
Bu bulut bu kizcagizin
öldürdü ninecigini,
külünü göge savurdu,
sonra, yine apansizin
gelip babasini vurdu,
sonra da kizin kendisini.
Ve doymadi ve doymadi
yeni kurbanlar ariyor.
Atom ölümüdür adi,
karanlikta bagiriyor.
 
Büyük bir birlik kuralim,
canavari susturalim.
Savas cengine gidelim,
canavari yok edelim.

 

BU VATANA NASIL KIYDILAR
   

Insan olan vatanini satar mi?
Suyun içip ekmegini yediniz.
Dünyada vatandan aziz sey var mi?
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?

Onu didik didik didiklediler,
saçlarindan tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?

Eli kolu zincirlere vurulmus,
vatan çirilçiplak yere serilmis.
Oturmus gögsüne Teksasli çavus.
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?

Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabiniz görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasil kiydiniz?



BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESIN
 
 

Analardir adam eden adami
aydinliklardir önümüzde gider.
Sizi de bir ana dogurmadi mi?
Analara kiymayin efendiler.
          Bulutlar adam öldürmesin.

Kosuyor alti yasinda bir oglan,
uçurtmasi geçiyor agaçlardan,
siz de böyle kosmustunuz bir zaman.
Çocuklara kiymayin efendiler.
          Bulutlar adam öldürmesin.

Gelinler aynada saçini tarar,
aynanin içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradilar.
Gelinlere kiymayin efendiler.
          Bulutlar adam öldürmesin.

Ihtiyarlikta aklina insanin,
tatli anilari gelmeli yalniz.
Yaziktir, ihtiyarlara kiymayin,
efendiler, siz de ihtiyarsiniz.
          Bulutlar adam öldürmesin.



BÜYÜK INSANLIK

 

Büyük insanlik gemide güverte yolcusu
                                        tirende üçüncü mevki
                                        sosede yayan
                                        büyük insanlik.

Büyük insanlik sekizinde ise gider
                                        yirmisinde evlenir
                                        kirkinda ölür
                                        büyük insanlik.

Ekmek büyük insanliktan baska herkese yeter
                                        pirinç de öyle
                                        seker de öyle
                                        kumas da öyle
                                        kitap da öyle
            büyük insanliktan baska herkese yeter.

Büyük insanligin topraginda gölge yok
                                        sokaginda fener
                                        penceresinde cam
ama umudu var büyük insanligin
                                        umutsuz yasanmiyor.


 

CEVIZ AGACI

Basim köpük köpük bulut, içim disim deniz,
ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.

Ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda.
Yapraklarim suda balik gibi kivil kivil.
Yapraklarim ipek mendil gibi tiril tiril,
kopariver, gözlerinin, gülüm, yasini sil.
Yapraklarim ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarim gözlerimdir, sasarak bakarim.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarim.

Ben bir ceviz agaciyim Gülhane Parki'nda.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.



ÇANKIRI HAPISANESINDEN MEKTUPLAR
 

1

Saat dört,
            yoksun.
Saat bes,
            yok.
Alti, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
             kim bilir...

Hapisane avlusunda
                bir bahçemiz vardi.
Sicak bir duvar dibinde
                             on bes adim kadardi.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kirmizi ve kocaman
                musamba torban
                                        dizlerinde...

Kelleci Memed'i hatirliyor musun?
Sübyan kogusundan.
Basi dört köse,
bacaklari kisa ve kalin
ve elleri ayaklarindan büyük.
Kovanindan bal çaldigi adamin
                                                   tasla ezmis kafasini.
«Hanim abla» derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardi,
                                                tepemizde, yukarda,
                                                                  günese yakin,
                                                bir konserve kutusunun içinde...

Bir Cumartesi gününü,
hapisane çesmesiyle islanan
                     bir ikindi vaktini hatirliyor musun?
Bir türkü söylediydi kalayci Saban Usta,
aklinda mi :
«Beypazari meskenimiz, ilimiz,
  kim bilir nerde kalir ölümüz...?»

O kadar resmini yaptim senin
bana birini birakmadin.
Bende yalniz bir fotografin var :
bir baska bahçede
                    çok rahat
                    çok bahtiyar
          yem verip tavuklara
                        gülüyorsun.

Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
fakat pek âlâ gülebildik
                    ve bahtiyar olmadik degil.
Nasil haberler aldik
             en güzel hürriyete dair,
nasil dinledik ayak seslerini
                         yaklasan müjdelerin,
ne güzel seyler konustuk
                         hapisane bahçesinde...
 
 

2

Bir aksamüstü
oturup
hapisane kapisinda
rubailer okuduk Gazalî'den :
«Gece :
     büyük lâciverdî bahçe.
  Altin piriltilarla devrani rakkaselerin.
  Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>

Bir gün eger,
benden uzak,
karanlik bir yagmur gibi,
canini sikarsa yasamak
                  tekrar Gazalî'yi oku.
Ve Pîrâyende'm benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksin
ölümün karsisinda onun
                            ümitsiz yalnizligi
                            ve muhtesem korkusuna.

Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana :
«— Toprak bir kâsedir
                        çömlekçinin rafinda tâcidar,
       ve zafer yazilari
       yikilmis duvarlarinda Keyhüsrevin...»

Birikip siçramalar.
Soguk
         sicak
                 serin.

Ve büyük lâciverdi bahçede
                               bassiz ve sonsuz
                               ve durup dinlenmeden
                               devrani rakkaselerin...

Bilmiyorum, neden
aklimda hep
ilkönce senden duydugum
Çankirili bir cümle var :
«Pamukladi miydi kavaklar
                               kiraz gelir ardindan.»
Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
fakat
görmüyor, üstat,
                 kirazin geldigini.
Ölüme ibadeti bundandir.

Seker Ali yukarda, kogusta baglama çaliyor.
Aksam.
Disarda çocuklar bagrisiyorlar.
Çesmeden akiyor su.
Ve jandarma karakolunun isiginda
akasyalara bagli üç kurt yavrusu.
Açildi demirlerin disinda
                            büyük, lâciverdî bahçem.
A s l o l a n   h a y a t t i r ...

Beni unutma Hatçem...
 

3

Bugün çarsamba :
— biliyorsun —
Çankiri'nin pazari.
Demir kapimizdan geçip
kamis sepetimizde bize kadar gelecek
yumurtasi, bulguru,
yaldizli, mor patlicanlari...

Dün köylerden inenleri seyrettim :
yorgundular,
kurnaz
            ve süpheli,
ve kaslarinin altinda keder.
Erkekler eseklerde,
kadinlar çiplak ayaklarinin üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardir.
Herhalde iki çarsambadir pazarda :
                          kirmizi basörtülü
                          «kibirsiz» Istanbulluyu aramislardir...
 

                                                                                                    20.7.1940
 

4

Sicaklar bildigin gibi degil
ve ben ki yali usagiyim,
deniz ne kadar uzak...

Ikiyle bes arasi
cibinligin altina uzanarak
ter içinde
kimildanmadan
gözlerim açik
dinliyorum sineklerin ugultusunu.
Biliyorum :
simdi avluda
duvarlara çarpiyorlardir suyu,
kizgin, kirmizi taslar tütüyordur.
Ve disarda, otlari yanmis kalenin eteginde
bir kezzap aydinligi içindedir
simsiyah kiremitleriyle sehir...

Geceleri birdenbire rüzgâr çikiyor.
sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlikta canli bir mahluk gibi soluyup,
yumusak, tüylü ayaklariyla dolasarak
bizi bir seylerle tehdit ediyor sicak.
Ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
                                      bir korku halinde tabiati...

Bir zelzele olabilir.
Zaten üç günlük yere geldi,
salladi çapanoglu Yozgad'i.
Ve yerlilerin kavlince :
alti tekmil tuz madeni oldugundan
                                   yikilacak Çankiri sehri
                                                    kiyametten kirk gün önce.
Yatip bir gece
basin bir kalasla ezilmis,
                         çikmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
Ben yasamak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yasamak.
Bunu birçok sey için istiyorum,
birçok
çok mühim seyler.
 

                                                                                     12.8.1940
 

5

Saat beste aksam oluyor :
insanin üstüne dogru yürüyen bulutlarla.
Yagmur tasidiklari belli.
Birçogu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanin yüz mumlugu,
terzilerin gaz lambasi yandi.
Terziler ihlamur içiyorlar...
Kis geldi demektir...
Üsüyorum.
Fakat kederli degilim.
Yalniz bize mahsus bir imtiyazdir :
kis günleri hapisanede,
sade hapisanede degil,
bu kocaman
             bu isinasi
                  bu isinacak dünyada
                                           üsüyüp
                                                   kederli olmamak...

                                                                                            26.10.1940


 

ÇINARI YIKMAK IÇIN BALTAYI KÖKÜNE VURURLAR
 
..........
 
Çinari yikmak için
        baltayi köküne vururlar.
evi yikmak için
        sokarlar kundagi temele.
Kartal uçmaz olur
        kanadi kirilinca.
düsünebilir miyiz
        basimiz vurulunca?
 
Onlar köküdür memleketin,
dallara yürüyen su
                 bu kökte saklidir.
Onlar umudun temeli,
onlar kanadi hürriyetin,
                halkin aklidir.
 
Kaç kere kaç yerde baltalandi kök
yürümez oldu su
dallar kurudu.
Kirildi kanat
öldürdüler akli;
Ve sonra yolladilar insanlari salhaneye.
Çünkü böyledir
             asrimizin gerçeklerinden biri.
 
 

 

ÇOCUKLAR ÖLEBILIR YARIN
 
............................
Çocuklar ölebilir yarin,
hem de ne sitmadan ne kuspalazindan
düserek te degil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarin,
çocuklar sakalli askerler gibi ölebilir yarin,
çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda,
ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
çocuklar ölebilir yarin atom bulutlarinin isiginda
arkalarinda bir avuç kül bile degil
        arkalarinda gölgelerinden baska bir sey birakmadan.
                                .................................................


ÇOCUKLARIMIZA NASIHAT

Hakkindir yaramazlik.
Dik duvarlara tirman
                    yüksek agaçlara çik.
Usta bir kaplan
                        gibi kullansin elin
yerde yildirim gibi giden bisikletini..
Ve din dersleri hocasinin resmini yapan
            kursunkaleminle yik
            Mizrakli Ilmihalin
                        yesil sarikli iskeletini..
Sen kendi cennetini
                kara topragin üstünde kur.
Cografya kitabiyla sustur,
seni «Hilkati Âdem»le aldatani..
Sen sade topragi tani
                         topraga inan.
Ayirdetme öz anandan
                            toprak anani.
Topragi sev
                    anan kadar...


 

DAVET
 
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kisrak basi gibi uzanan
                bu memleket, bizim.
 
Bilekler kan içinde, disler kenetli, ayaklar çiplak
ve ipek bir haliya benziyen toprak,
                bu cehennem, bu cennet bizim.
 
Kapansin el kapilari, bir daha açilmasin,
yok edin insanin insana kullugunu,
                bu dâvet bizim....
 
Yasamak bir agaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardesçesine,
                bu hasret bizim...

 

DOGUM
 
Anasi bir oglancik dogurdu bana;
kassiz, sari bir oglan,
masmavi kundaginda yatan
bir nur topu, üç kilo agirliginda.
 
Benim oglan
       dünyaya geldigi zaman,
çocuklar dogdu Korede,
sari ay çiçegine benziyorlardi.
Makartir kesti onlari,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oglan
            dünyaya geldigi zaman,
çocuklar dogdu Yunan zindanlarinda,
babalari kursuna dizilmis.
Bu dünyada ilk görülecek sey diye
        demir parmakligi gördüler.
 
Benim oglan
            dünyaya geldigi zaman
çocuklar dogdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler dogar dogmaz
kim bilir kaçi sag kalir mucize kabilinden.
Benim oglan
            benim yasima bastigi zaman,
ben bu dünyada olmiyacagim,
ama harikulâde bir besik olacak dünya,
siyah,
       beyaz,
              sari
bütün çocuklari
            salliyan
mavi atlas dösekli bir besik.
 
 

 

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardesim,
korkak bir karanlik içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardesim,
serçenin telasi içindesin.
Midye gibisin kardesim,
midye gibi kapali, rahat.
Ve sönmüs bir yanardag agzi gibi korkunçsun, kardesim.
Bir degil,
           bes degil,
                      yüz milyonlarlasin maalesef.
Koyun gibisin kardesim,
gocuklu celep kaldirinca sopasini
sürüye katiliverirsin hemen
ve âdeta magrur, kosarsin salhaneye.
Dünyanin en tuhaf mahlukusun yani,
hani su derya içre olup
                            deryayi bilmiyen baliktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
                                    senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eger
ve hâlâ sarabimizi vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                      kabahat senin,
                                     — demege de dilim varmiyor ama —
                      kabahatin çogu senin, canim kardesim!


 

DÜNYAYI VERELIM ÇOCUKLARA
 
Dünyayi verelim çocuklara hiç degilse bir günlügüne
alli pullu bir balon gibi verelim oynasinlar
oynasinlar türküler söyliyerek yildizlarin arasinda
dünyayi çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sicacik bir ekmek somunu gibi
hiç degilse bir günlügüne doysunlar
bir günlük de olsa ögrensin dünya arkadasligi
çocuklar dünyayi alacak elimizden
ölümsüz agaçlar dikecekler

 

GECE GELEN TELGRAF
 
Gece gelen telgraf
dört heceden ibaretti:
"VEFAT ETTI."
Imza yok.
Bu dört hece bile çok.
 
Bakiyorum duvara:
duvarda bir yara-
duvarda bir resim-
vefat edenin,
elimle çizmisim.
 
Saat bir.
Saat üç.
Saat bes.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatagim bozulmamis.
Çekmecemde kaatlar:
bazilari
onun el yazilari.
 
Gece gelen telgraf
dört heceden ibaret...
Safak söküyor-
odam
geceden ibaret.
 
Avuçlarimda
ellerinin gölgesi dolasan adam
demir parmakliklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru
örterek paltosuyla upuzun yatanin yüzünü:
- Tamam!
dedi.
Bunu belki evvelki aksam
dedi.
Evvelki aksam
ben......
 
Saticilar geçiyor mahalleden.
 
Bakiyorum
gece gelen
telgrafa.
O mükemmel bir kafa
mükemmel bir yürek,
yumruklariyla erkek
gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allahsiz bir basti o.
Yoldasti o..
 
* * *
 
Düsmanlar kina yaksin
dostlar girsin saflara.
Sen gözyasi göstermeden agliyacaksin
gece gelen telgraflara...


GIDEN

Camlarin üstünde gece ve kar.
Bembeyaz karanlikta parliyan raylar -
uzaklasilip kavusulmamayi hatirlatiyor.
Istasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah basörtülü,
çiplak ayakli bir çocuk yatiyor.
Ben dolasiyorum...
Gece ve kar - pencerelerde.
Bir sarki söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardesimin en sevdigi sarkiydi.
En sevdigi sarki...
En sevdigi...
En......
Kardesler, bakmayin gözlerime
aglamak geliyor içimden...
Bembeyaz karanlikta parliyan raylar -
uzaklasilip kavusulmamayi hatirlatiyor.
Istasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah basörtülü,
çiplak ayakli bir çocuk yatiyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir sarki söylüyorlar içerde!..



GIDERAYAK

Giderayak islerim var bitirilecek,
                                                    giderayak.
Ceylani kurtardim avcinin elinden
ama daha baygin yatar ayilamadi.
Kopardim portakali dalindan
ama kabugu soyulamadi.
Oldum yildizlarla hasir nesir
ama sayisi bir tamam sayilamadi.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadi.
Güller dizildi tepsiye
ama tastan fincan oyulamadi.
Sevdalara doyulamadi.
Giderayak islerim var bitirilecek,
                                                    giderayak.



GÜNESI IÇENLERIN TÜRKÜSÜ

Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
günesi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
                         kivraniyor;
kanli; kizil bir mes'ale gibi yaniyor
                                      esmer alinlarinda
                          bakir ayaklari çiplak kahramanlarin!
Ben de gördüm o kahramanlari,
ben de sardim o örgüyü,
ben de onlarla
                     günese giden
                                        köprüden
                                               geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda günesi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüregimiz topraktan aldi hizini;
altin yeleli aslanlarin agzini
                                        yirtarak
                                              gerindik!
Siçradik;
            simsekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
            kayalarla kopan kartallar
çirpiyor isikta yaldizlanan kanatlarini.
Alev bilekli süvariler kamçiliyor
                             saha kalkan atlarini!
 

                    Akin var
                                günese akin!
                        Günesi zaptedecegiz
                                günesin zapti yakin!
 

Düsmesin bizimle yola:
evinde aglayanlarin
                            göz yaslarini
                                        boynunda agir bir
                                                                zincir
                                                                    gibi tasiyanlar!
Biraksin pesimizi
            kendi yüreginin kabugunda yasayanlar!

Iste:
        su günesten
                        düsen
                               ateste
                                    milyonlarla kirmizi yürek yaniyor!

Sen de çikar
gögsünün kafesinden yüregini;
su günesten
                düsen
                        atese firlat;
yüregini yüreklerimizin yanina at!
 

                          Akin var
                                  günese akin!
                          Günesi zaaptedecegiz
                                  günesin zapti yakin!
 

Biz topraktan, atesten, sudan, demirden dogduk!
Günesi emziriyor çocuklarimiza karimiz,
toprak kokuyor bakir sakallarimiz!
Nes'emiz sicak!
                kan kadar sicak,
delikanlilarin rüyalarinda yanan
                                                o «an»
                                                    kadar sicak!
Merdivenlerimizin çengelini yildizlara asarak,
ölülerimizin baslarina basarak
                                            yükseliyoruz
                                                        günese dogru!

Ölenler
        dögüserek öldüler;
                              günese gömüldüler.
Vaktimiz yok onlarin matemini tutmaya!
 

                          Akin var
                                      günese akin!
                          Günesi zaaaptedecegiz
                                      günesin zapti yakin!
 

Üzümleri kan damlali kirmizi baglar tütüyor!
Kalin tugla bacalar
                    kivranarak
                                ötüyor!
Haykirdi en önde giden,
                            emreden!
Bu ses!
        Bu sesin kuvveti,
                             bu kuvvet
yarali aç kurtlarin gözlerine perde
                                                     vuran,
onlari olduklari yerde
                                durduran
                                      kuvvet!
Emret ki ölelim
                   emret!
Günesi içiyoruz sesinde!
Cosuyoruz,
           cosuyor!..
Yanginli ufuklarin dumanli perdesinde
mizraklari gögü yirtan atlilar kosuyor!
 

                           Akin var
                                       günese akin!
                           Günesi zaaaaptedecegiz
                                       günesin zapti yakin!
 
 

Toprak bakir
            gök bakir.
Haykir günesi içenlerin türküsünü,
Hay-kir
        Haykiralim!



GÜNESIN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ

Dalgalari karsilayan gemiler gibi,
gövdemizle karanliklari yara yara
çiktik, rüzgarlari en serin
uçurumlari en derin
havalari en isikli sira daglara.
Arkamizda bir düsman gözü gibi karanligin yolu.
Önümüzde bakir taslar günes dolu.
Dostlarin arasindayiz!
Günesin sofrasindayiz!
Daglarda gölgeniz göklere vursun,
göz göze
yan yana
durun çocuklar.
Taslari birbirine vurun çocuklar.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun
doldur içelim.
Baslari
göklere
atalim
serden geçelim..
Heeey, nerden geçelim?
Yalnayak
kosarak
devlerin
geçtigi
yerden geçelim.
Heeey
hop
Heeey
hep
birden geçelim.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun,
doldur içelim.
Dostlarin arasindayiz!
Günesin sofrasindayiz!.


 

HASRET

Yüz yil oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayali,
gözünün içinde durmayali,
aklinin aydinligina sorular sormayali,
dokunmayali sicakligina karninin.

Yüz yildir bekliyor beni
                    bir sehirde bir kadin.

Ayni daldaydik, ayni daldaydik.
Ayni daldan düsüp ayrildik.
Aramizda yüz yillik zaman,
                       yol yüz yillik.

Yüz yildir alacakaranlikta
                   kosuyorum ardindan.


 

«BENCE SEN DE SIMDI HERKES GIBISIN»
 

Gözlerim gözünde aski seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence simdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçiyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktim da iste iyice
Anladim ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karisti simdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de simdi herkes gibisin



HÜRRIYET KAVGASI
 
 

Yine kitaplari, türküleri, bayraklariyla geldiler,
dalga dalga aydinlik oldular,
yürüdüler karanligin üstüne.
Meydanlari zaptettiler yine.

            Beyazit'ta sehit düsen
            silkinip kalkti kabrinden,
            ve elinde bir günes gibi tasiyip yarasini
            yikti Sahmeran'in magarasini.

Daha gün o gün degil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duydugunuz çakallarin ulumasidir.
Saflari siklastirin çocuklar,
bu kavga fasizme karsi, bu kavga hürriyet kavgasidir.


 

IYIMSER ADAM

Çocukken sineklerin kanadini koparmadi
teneke baglamadi kedilerin kuyruguna
kibrit kutularina hapsetmedi hamamböceklerini
karinca yuvalarini bozmadi
büyüdü
bütün bu isleri ona ettiler
ölürken basucundaydim
bir siir oku dedi
günes üstüne deniz üstüne
atom kazanlariyla yapma aylar üstüne
yüceligi üstüne insanligin



IYIMSERLIK

Siirler yazarim
basilmaz
basilacaklar ama

Bir mektup beklerim müjdeli
belki de öldügüm gün gelir
mutlaka gelir ama

Ne devlet ne para
insanin emrinde dünya
belki yüz yil sonra
olsun
mutlaka bu böyle olacak ama



JAPON BALIKÇISI

                                        Denizde bir bulutun öldürdügü
                                        Japon balikçisi genç bir adamdi.
                                        Dostlarindan dinledim bu türküyü
                                        Pasifik'te sapsari bir aksamdi.

Balik tuttuk yiyen ölür.
Elimize degen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarindan giren ölür.

Balik tuttuk yiyen ölür,
birden degil, agir agir,
etleri çürür, dagilir.
Balik tuttuk yiyen ölür.

Elimize degen ölür.
Tuzla, günesle yikanan
bu vefali, bu çaliskan
elimize degen ölür.
Birden degil, agir agir,
etleri çürür, dagilir.
Elimize degen ölür...

Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarindan giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarilma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.

Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacagin çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
Insanlar ey, nerdesiniz?
                           Nerdesiniz?



KALBIM
 

Gögsümde 15 yara var!.
Saplandi gögsüme 15 kara sapli biçak!..
Kalbim yine çarpiyor,
kalbim yine çarpacak!!!

                               

Gögsümde 15 yara var!
Sarildi 15 yarama
kara kaygan yilanlar gibi karanlik sular!
Karadeniz bogmak istiyor beni,
bogmak istiyor beni,
kanli karanlik sular!!!

Saplandi gögsüme 15 kara sapli biçak.
Kalbim yine çarpiyor,
kalbim yine çarpacak!...

                •

Gögsümde 15 yara var!.
Deldiler gögsümü 15 yerinden,
sandilar ki vurmaz artik kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpiyor,
      kalbim yine çarpacak!!!

Yandi 15 yaramdam 15 alev,
kirildi gögsümde 15 kara sapli biçak..
Kalbim
kanli bir bayrak gibi çarpiyor,
                         ÇAR-PA-CAK!!



KARLI KAYIN ORMANINDA
 
 

Karli kayin ormaninda
yürüyorum geceleyin.
Efkârliyim, efkârliyim,
elini ver, nerde elin?

Ayisigi renginde kar,
keçe çizmelerim agir.
Içimde çalinan islik
beni nereye çagirir?

Memleket mi, yildizlar mi,
gençligim mi daha uzak?
Kayinlarin arasinda
bir pencere, sari, sicak.

Ben ordan geçerken biri :
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.

Eski takvim hesabiyle
bu sabah basladi bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladigim oyuncaklar.

Kurulmamis zemberegi
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi legende
beyaz kotrasini Memet.

Kar tertemiz, kar kabarik,
yürüyorum yumusacik.
Dün gece on bir buçukta
ölmüs Berut, tanisirdik.

Bende boz bir halisi var
bir de kitabi, imzali.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yil yasar hali.

Yedi tepeli sehrimde
biraktim gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayip,
ne de düsünmek ölümü.

En acayip gücümüzdür,
kahramanliktir yasamak :
Ölecegimizi bilip
ölecegimizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak,
gençligim mi, yildizlar mi?
Bayramoglu, Bayramoglu,
ölümden öte köy var mi?

Geceleyin, karli kayin
ormaninda yürüyorum.
Karanlikta etrafimi
gündüz gibi görüyorum.

Simdi surdan saptim miydi,
sose, tirenyolu, ova.
Yirmi bes kilometreden
piril pirildir Moskova...



KEMAL TAHIR'E MEKTUP
 

«Malatya» diyorum,
        senin çatik kaslarindan baska bir sey gelmiyor aklima.
Bursa'da kaplicalar
                        Amasya'da elma
                            Diyarbakir'da karpuz ve akrep.
fakat senin oranin,
                          Malatya'nin
                                   nesi meshurdur,
yemislerinden ve böceklerinden hangisi,
                                  suyu mu, havasi mi?
Düsün ki hapisanesi hakkinda bile fikrim yok.
Yalniz :
bir oda,
bir tek penceresi var :
                             çok yüksek olan tavana yakin.
Sen ordasin
dar ve uzun bir kavanozda
                                    küçük bir balik gibi...
Tesbihim hosuna gitmeyebilir.
Hele bu günlerde
                kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.
Haklisin Kemal Tahir,
emin ol ben de öyle,
muhakkak ki arslaniz,
saka etmiyorum
                          hattâ daha dehsetli bir sey :
                                                                      insaniz...
Hem de hangi tarihte, hangi siniftan,
                                                        malum...
Lâkin demir kafesle kavanoz bahsinde is degismiyor,
                                                                 ikisi de bir,
                                                                 hele bu günlerde...
— Bunu içerde rahat ve masun
                                                 yatan bilir — ...

Hele bu günlerde,
Sariyerli Emin Beyin fikralarina gülmek,
sevgili kitaplarin ve domatesin lezzeti,
tahtakurularina ragmen uyku
                                  — günde üç tatli kasigi Adonille de olsa —
ve Tahir'in oglu Kemal
hattâ mektup gelmesi senden
ve hattâ ses duymak, dokunmak, görebilmek havanin isigini,
karima olan askimdan baska
                               nefsimin herhangi bir rahatligini
                                                                          affedemiyorum...

Farti-hassasiyet?
Degil.
Dögüsememek,
bir mavzer kursunu kadar olsun
                                                bilfiil
                                                     dogrudan dogruya...
Ancak kavgada vurulan aci duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
                                             en mühimi hürriyetlerin.
Içerim yaniyor, Kemal,
                          disarim serin...

Anliyorsun ya,
zaten ettigim lâf
                 bizim lâflarimizin herhangi biri :
                                              çok konusulmus,
                                                     ve konusulmakta olan...
Simdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,
dizlerinde âtil ve çaresiz yatan ellerine küfredip aciyarak
                                                                            bu lâflari ediyor...

Anliyorsun ya,
zarar yok,
ben anlatacagim yine!...
Elden hiçbir sey gelmedigi zaman
                                         konusup anlatmanin alçak tesellisi?

Belki evet,
belki hayir...
Hayir öyle degil.
Hangi teselli birak be dinini seversen birak...
Bu, düpedüz,
basin önde, oldugun yerde dolanarak
kükremek, bögürüp bagirmak, Kemal...



KEREM GIBI
 

Hava kursun gibi agir!!
Bagir
        bagir
                bagir
                        bagiriyorum.
Kosun
         kursun
                erit-
                    -mege
                            çagiriyorum...

O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
                                               
Kerem
                                                     gibi
                                                          yana
                                                                yana...

«Deeeert
             çok,
                 hemdert
                         yok»
Yürek-
        -lerin
kulak-
        -lari
              sagir...
Hava kursun gibi agir...

Ben diyorum ki ona:
— Kül olayim
                   Kerem
                        gibi
                              yana
                                    yana.
Ben yanmasam
                  sen yanmasan
                             biz yanmasak,
                             nasil
                                   çikar
                                          karan-
                                                  -liklar
                                                      aydin-
                                                              -liga..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kursun gibi agir.
Bagir
        bagir
                bagir
                        bagiriyorum.
Kosun
         kursun
                 erit-
                     -mege
                             çagiriyorum.....



KIRKINCI YILIMIZ

 

Hepimiz kirk yil önce dogduk,
kirk yil önce sabahleyin
kirk yil önce gün isirken Bedreddin'in Iznik Gölü'nde
çamli bellerinden birinde Köroglu'nun
ve Sibirya'dan, esirlikten dönen Bolsevik Osman
pusuya düsürürken Urfa yolunda seher vakti Firansizi.

Hepimiz kirk yasindayiz
yirmisine basanimiz da
altmisini geçenimiz de
atilip ölenimiz de Istanbul'da Müdüriyet penceresinden.

Bu kirkinci yilimizda
                              ne bir ormaniz
ne sose boyunda tek tük kavak agaci
bir tarlayiz tohumu saçilmis.

Hepimiz kirkina bastik bu sabah
hapiste yatanimiz,
isyerindekilerimiz, muhacirimiz.
Hepimiz kirkina bastik bu sabah.
Yoldaslar yeni yeni yillara!



PORTATIF KARYOLA

Bu onun karyolasi
portatif bir karyola.
O her sabah
buradan çikardi yola.
Ve her aksam
burda çözerdi islak ayakkaplarini.
Karyolanin basucunda kitaplar...
Açiyorum
birer birer
kitaplarini.
Satirlarin
üzerinde
ellerinin izi var.
Pencerenin içindeki
bu beyaz dis firçasi, bu bembeyaz sabun
onun...
Elsiz kollari gögsünde
yatiyor karyolanin üstünde
lacivert gemici fanilasi..
Bu onun karyolasi
portatif bir karyola.
Duvarda külrengi bayramlik kasketi.
Yerde bir üçüncü mevki
tren bileti.....



ÖLÜME DAIR

Buyrun, oturun dostlar,
hos gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç sisesini
ne kirmizi kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yildizlarin aydinligi
basucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hos gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakiliyor?
Osman oglu Hâsim.
Ne tuhaf sey,
hani siz ölmüstünüz kardesim.
Istanbul limaninda
               kömür yüklerken bir Ingiliz silebine,
                                                 kömür küfesiyle beraber
                                                                          ambarin dibine...

Silebin vinci çikartmisti nâsinizi
ve paydostan önce yikamisti kipkirmizi kaniniz
                                                      simsiyah basinizi.
Kim bilir nasil yanmistir caniniz...
Ayakta durmayin, oturun,
ben sizi ölmüs zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yildizlarin aydinligi
hos gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
                            iki gözüm,
                                            merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sitmayi ve açligi birakip
çok sicak bir yaz günü
yapraksiz kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemissiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
                            tabutunuzun
                                                topraga indigini.

Hem galiba
tabut biraz kisaydi boyunuzdan.
Onu birakin Ahmet Cemil,
vazgeçmemissiniz eski huyunuzdan,
o ilâç sisesidir
                        raki sisesi degil.
Günde elli kurusu tutabilmek için,
yapyalniz
dünyayi unutabilmek için
                                          ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüs zannediyordum.
Basucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hos gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdildir» — diyor,—
«ayni hasmetle vurur sahi fakiri.»

Hâsim,
neden sasiyorsunuz?
Hiç duymadiniz miydi kardesim,
            herhangi bir sahin bir gemi ambarinda
                                             bir kömür küfesiyle öldügünü?...

Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yasarken bir kerre olsun böyle gülmemissinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem sairi :
«Ölüm âdil...»
Siseyi birakin Ahmet Cemil.
Bosuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olmasi için
hayatin âdil olmasi lâzim, diyorsunuz...

Bir eski Acem sairi...
Dostlar beni birakip,
dostlar, böyle hisimla
                            nereye gidiyorsunuz?



OTOBIYOGRAFI
 
 

1902'de dogdum
dogdugum sehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yasimda Halep'te pasa torunlugu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite ögrenciligi
kirk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konuklugu
ve on dördümden beri sairlik ederim

kimi insan otlarin kimi insan baliklarin çesidini bilir
                                               ben ayriliklarin
kimi insan ezbere sayar yildizlarin adini
                                               ben hasretlerin

hapislerde de yattim büyük otellerde de
açlik çektim açlik girevi de içinde ve tatmadigim yemek yok gibidir

otuzumda asilmami istediler
kirk sekizimde Baris madalyasinin bana verilmesini
                                                            verdiler de
otuz altimda yarim yilda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pirag'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun basinda 924'de
961'de ziyaret ettigim anitkabri kitaplaridir

partimden koparmaga yeltendiler beni
                                            sökmedi
yikilan putlarin altinda da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadasla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sirtüstü bekledim ölümü

sevdigim kadinlari deli gibi kiskandim
su kadarcik haset etmedim Sarlo'ya bile
aldattim kadinlarimi
konusmadim arkasindan dostlarimin

içtim ama aksamci olmadim
hep alnimin teriyle çikardim ekmek parami ne mutlu bana

baskasinin hesabina utandim yalan söyledim
yalan söyledim baskasini üzmemek için
              ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçaga otomobile
çogunluk binemiyor
operaya gittim
            çogunluk gidemiyor adini bile duymamis operanin
çogunlugun gittigi kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
            camiye kiliseye tapinaga havraya büyücüye
            ama kahve falima baktirdigim oldu

yazilarim otuz kirk dilde basilir
            Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadim daha
yakalanmam da sart degil
basbakan filân olacagim yok
meraklisi da degilim bu isin
bir de harbe girmedim
siginaklara da inmedim gece yarilari
yollara da düsmedim pike yapan uçaklarin altinda
ama sevdalandim altmisima yakin
sözün kisasi yoldaslar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
                                           insanca yasadim diyebilirim
ve daha ne kadar yasarim
                             basimdan neler geçer daha
                                                                kim bilir.
 



VASIYET
 
 

Yoldaslar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtulustan önce yani,
alip götürün
Anadolu'da bir köy mezarligina gömün beni.

Hasan beyin vurdurdugu
            irgat Osman yatsin bir yanimda
ve çavdarin dibinde topraga çocuklayip
kirki çikmadan ölen sehit Ayse öbür yanimda.

Traktörlerle türküler geçsin altbasindan mezarligin,
seher aydinliginda taze insan, yanik benzin kokusu,
tarlalar orta mali, kanallarda su,
ne kuraklik, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette isitecek degiliz,
topragin altinda yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
topragin altinda sagir, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemisim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymusum yanik benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komsulara gelince,
sehit Ayse'yle irgat Osman
çektiler büyük hasreti sagliklarinda
belki de farkinda bile olmadan.

Yoldaslar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarligina gömün beni
ve de uyarina gelirse,
tepemde bir de çinar olursa
tas mas da istemez hani...



VEDA
 

Hosça kalin
              dostlarim benim
                             hosça kalin!
Sizi canimda
      canimin içinde,
           kavgami kafamda götürüyorum.
Hosça kalin
              dostlarim benim
                             hosça kalin...
Resimlerdeki kuslar gibi
            dizilip üstüne kumsalin,
                         mendil sallamayin bana.
                                                        Istemez...
Ben dostlarin gözünde kendimi
                       boylu boyumca görüyorum...

A  dostlar
      a  kavga dostu
                   is kardesi
                            a  yoldaslar  a..!!.
Tek hecesiz elveda..

Geceler sürecek kapimin sürgüsünü,
pencerelerde yillar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga sarkisi gibi haykiracagim
                                     mapusane türküsünü.

Yine görüsürüz
           dostlarim benim
                          yine görüsürüz...
Beraber günese güler,
                 beraber dövüsürüz...

A  dostlar
       a  kavga dostu
                    is kardesi
                              a  yoldaslar  a..!!.
                                       ELVEDA..!!.......




ANASAYFA